ÖLÜM TOHUMLARI , Bölüm 5
“Plazmidler” ve “Tanrı”lığa Soyunma
Prof. Abigail Salyers, prestijli Microbiological Review (Mikrobiyolojik Değerlendirme)’de, genetik bilimi için kullanılan biyolojik malzemelerden “plazmidler” için şu uyarıyı yaptı:
“Plazmidler, küçük DNA parçalarıdır … değiştirilmiş genlerin basit öngörülebilir taşıyıcılarıdırlar. Yaygın kanıya göre; bir geni genetik olarak değiştirilmiş bir mikro organizmaya sokmak için kullanılan bir plazmid, aktarılamaz kılınabilir. [bunun aksine] “güvenli” plazmid diye de bir şey yoktur … hayatta kalabilmek için yanıtlamamız gereken bir bilmece şudur: antibiyotiğe dirençli genlerin aktarılmasını yavaşlatmak ya da durdurmak için ne yapılabilir? Ancak gen jokeyleri; koyuna, insan ve domatese sığır genlerini suni yöntemlerle iliştirmelerinin sonuçlarına dayanarak “Tanrı” gibi görebildiklerini iddia etmektedirler!”
Mae Wan Ho: “Tamamen Ön Görülmez Sonuçlar Doğar”
Londra Toplum Bilim Enstitüsü’nün Başkanı olan biyolog Dr. Mae Wan Ho:
“Tamamen yeni genler ve genlerin birleştirilmesi, laboratuvar ortamında yapılır ve bunlar genetik olarak değiştirilmiş organizmalar oluşturmak için organizma genomlarına eklenir” vurgusunu yaptı, şöyle devam etti:
“Profesyonel GDO bilim adamlarının söylediklerinin aksine, süreç o kadar kesin değildir. Denetlenmesi mümkün değildir ve güvenilmezdir. Genellikle ana genoma hasar verilerek ya da bu genom karıştırılarak, tamamen öngörülemez sonuçlara sahip olarak sona erer.”
Ne Rockefeller Vakfı ne de finanse ettiği bilim adamları ve birlikte çalıştıkları, GDO tarım ticareti sektörü, böyle tehlikeleri incelemek için görünür bir ilgi göstermediler. Dünyayı bu tehlikelerin en az düzeyde olduğuna inandıracakları aşikârdı..
1984’te, genetik olarak değiştirilmiş bitkilerin, doğal ortama bırakılmasının tehlikeleri hakkında Amerika’daki araştırma! Laboratuvarlarında ciddi bir bilimsel uzlaşma yoktu. Ancak, çok önemli şüpheler devam ettiği halde, Rockefeller Vakfı, genetik değişiklik sürecine büyük küresel kaynak ayırmaya karar verdi..
“Altın Pirinç” ve Kuyruklu Yalanlar
Başlangıçta Vakıf, sanayileşmiş dünyadaki 46 bilim laboratuvarına kaynak sağladı. 1987 itibariyle pirinç genomunu haritalayan, pirinç geni projesi için 5 milyon dolardan fazla para harcıyorlardı. Rockefeller cömertliğinden nasibini alanlar arasında, Zürih’teki İsviçre Federal Teknoloji Enstitüsü ve Almanya’daki Freiburg Üniversitesi‘ndeki Uygulamalı Biyolojik Bilimler Merkezi de bulunuyordu.
Vakfın propagandacıları, A vitamini eksikliğinin, gelişmekte olan ülkelerdeki yeni doğan bebeklerde körlüğün ve ölümlerin önemli bir nedeni olduğunu iddia ettiler. BM istatistikleri, dünya çapında 100 ila 140 milyon çocukta, bir şekilde A vitamini eksikliği bulunduğunu ve bunların arasında 250.000 ila 500.000’inin kör olduğunu gösterdi. Bu, tartışmalı yeni genetik olarak değiştirilmiş bitkilerin ve tahılların kabul edilmesini teşvik etmek için kullanılan duygusal çekiciliğe ait, en önemli insani ilgi hikayesiydi. Her ne kadar söz, kuyruklu yalanlara ve kasıtlı aldatmaya dayanıyordu ise de, Altın Pirinç, genetik mühendisliğin verdiği sözün simgesi ve sözde kanıtı haline geldi.
2000 yılı itibariyle Rockefeller Vakfı ve İsviçre Federal Teknoloji Enstitüsü, kendilerinin A vitaminli ya da beta-karotenli pirinç olarak adlandırdıkları pirinci üretmek için, nergis bitkisinden iki adet geni, bir bakteri geniyle birlikte başarılı şekilde alarak, pirinç DNA‘sıyla birleştirdiklerini duyurdular.
Vücutta A vitamini üreten beta-karoten (ya da A Vitamini) pirinç tanelerini turuncu renkli yaptığından, başka bir zekice pazarlama hamlesi olarak bu pirince “Altın Pirinç” denildi, zira altın, ne biçimde olursa olsun herkes tarafından imrenilen bir maddeydi. Artık insanlar her gün yedikleri pirinci yiyerek, aynı zamanda çocuklarında körlüğü ve diğer A vitamini eksikliği belirtilerini de önleyebileceklerdi.