Washington’da Fuller, Abramowitz ve Fettullah Gülen ve Yusuf Enver Turani Sürgün Doğu Türkistan Sürgün Hükümeti’ni kurmuşlar
11 Eylül 2004 tarihinde Washington’da Fuller, Abramowitz ve Fettullah Gülen devreye girerek Yusuf Enver Turani başkanlığında “Sürgünde Doğu Türkistan Hükümeti’ni” kurdular. (7) 2010’dan sonra Amerika yardımıyla devletleşmesi beklenen Kukla Hükümet ‘in çoğunluğu Türkiye vatandaşıydı. Bu bileşim Dünya Uygur Kurultayı’nı toplayarak daha da geniş çevrelerden icazet aldı.ABD bayrağı altında yeminler edildi, lanetler okundu. Tabi o devletleşme hiç gerçekleşmedi.
ABD’de yaşayan ve maaşını ABD’den alan Dünya Uygur Kurultayı’nın başkanı Rabia Kadir’in başını çektiği kampanyalar ülkemizde de çok konuşuldu. Çin hakkında ispatsız, manipülasyon dolu haberler dünya kamuoyuna servis edilip kampanyalar yürütülüyordu. Ramazan ayındaki baskı yalanları, Uygurlara yönelik katliam haberleri, trafik kazalarını Çin saldırısıymış gibi yansıtan yayınlar vs… Hatta en son “1 milyon Uygur Türkü esir kamplarında işkence görüyor”iddiaları gündemde yerini aldı. Tüm bunlar terörle mücadele ettiğimiz dönemlerde bize de uygulanmaya çalışılan uluslararası baskı yaratma hamlelerinin bir parçasıdır.Asıl hedef terörle mücadeleyi yavaşlatabilmektir. Amerika’nın karalama ve yalan aygıtları parçalanmak istenen tüm devletler için malzeme üretmişlerdi. Yugoslavya, Irak, Libya , Suriye … Önce yalanlar ve kampanyalar, sonra operasyon ve terör örgütleri ardından demokrasi (!) ülkelerin kucağına bırakılıyordu.
Kamuoyu manipülasyonlarını silahlı terör örgütü takip ediyordu. Türkistan İslam Partisi, Doğu Türkistan İslam Hareketi vs… 1990’larda Afganistan’da eğitilmeye başlanan bazı Uygurlar, 2013’lere geldiğimizde Suriye’deki IŞİD’in tümenlerinde görünmeye başladı. Sosyal medyada yayılan videolarda “Katil Esad rejiminden sonra sıra ateist Çin’e gelecek!” tehditlerini hepimiz izledik. IŞİD vb. terör örgütlerinin şuan yayılmasına bakarsak özellikle Avrasya coğrafyasını yeniden ayağa kaldıracak “Bir Kuşak Bir Yol Projesi” güzergahına kalan yığınağını kaydırdığını görürüz. Bu sebeple mesele ne Suriye’deki, ne Çin’deki, ne Türkiye’deki demokratikleşme meselesi. Asıl sorun ABD’nin hegemonyasının dağıldığı döneme girerken Avrasya cephesini kuvvetsiz halde tutmak istemesidir.
VATAN SAVAŞI’NDA BULUŞAN AVRASYA
Ülkemizin özellikle 24 Temmuz PKK’ya karşı başlattığı operasyonlardan ve 15 Temmuz Amerikancı – Fettulahçı Kalkışması’ndan sonra bölge ülkeleriyle işbirliğine girişip yüzünü Avrasya’ya dönmeye başladığı bir süreçte bu kampanyalar, alışıldık senaryoların farklı yansımaları haline gelmektedir. Türkiye vatan bütünlüğünü sağlamak için attığı adımlarda gerçek müttefiklerini fark ettikçe suyu bulandırma görevlileri yeniden tertipleriyle sahaya çıkarken mecburiyetler kendini daha çok hissettirmeye başlamıştır. Ülkemizin Batı’ya bağlı kaldığı dönemlerde elinde borçlanmadan ve terör örgütlerinden başka birşey kalmamıştır. Artık aynı sıkıntıyı çeken Batı Asya ve Avrasya ülkeleri, aynı cephede buluşmaktadır.
Türkiye, Rusya, İran ve Çin bölgede IŞİD vb terör örgütlerini temizlerken silah arkadaşı, ekonomik alanda kader ortağı haline gelmektedir. Bir Kuşak Bir Yol Projesi, Türk Akımı Projesi vb. tüm işbirlikleri stratejik bir ortaklığa doğru ilerlemektedir.
Cumhuriyet Devrimi’mizin önderi Mustafa Kemal ‘in 1919’da yaktığı bağımsızlık meşalesi şimdi Avrasya milletlerinin elinde yanmaya devam ediyor. Atatürk’ün bahsettiği Asya tehlikesi halen daha Atlantikçiler açısından sorundur. “Asya tehlikesi, bu büyük kıtada oturan ve çoğunluğu Müslümanlardan oluşan kavimlerin Avrupa boyunduruğundan kurtarılması tehlikesidir. (…) Asya tehlikesi vardır. Fakat bu tehlike milyonlarca insanın hürriyet ve istiklâline, medenileşme kabiliyetinin gelişme ve ilerlemesine doğru yürümek istemesinden doğuyor.” İşte bu sebeple, dünün mazlumları bugünün öncüleri haline gelmesin diye Avrasya coğrafyası terör örgütletiyle boğuşuyor. Dünya siyaseti böyle bir eşikteyken Türkiye’nin alacağı tavır tartışmasız tüm saflaşmayı etkilemeye başlamıştır, devamı gelecektir.
Ülkemizin milliyetçilik mayası sağlamdır. Önümüzdeki görev; tehtidi ve düşmanı doğru tespit etmek, hedefimizi doğru nişanlamaktır. Amerika’nın terör örgütlerine karşı vatan bütünlüğü savaşı verirken ekonomik dayatmalarına karşı da üreterek bağımlılıktan kurtulma mücadelesi veriyoruz. Amerika’nın Gladyosu FETÖ ile, kara gücüm dediği PKK ile, bölge devletlerini yıkabilmek için üretilen IŞİD vb. yobaz terör örgütleri ile mücadele eden Türkiye dünyaya başka bakmaya başlamıştır.
Tayyip Erdoğan’ın Temmuz 2015’te yaptığı “Çin’in toprak bütünlüğüne saygı duyuyoruz, Doğu Türkistan’da “terör faaliyetleri” yürüten Doğu Türkistan İslami Hareketi’ni kınıyoruz.” açıklaması yeni denklemin ve yeni mevzinin kısa bir özeti şeklindedir.
Türkiye için ABD eliyle beslenip büyütülen PKK/PYD ne ise, Çin için Doğu Türkistan İslam Partisi de odur. Suriye’de Heyet Tahrir Şam, Afganistan’da Taliban vs. hep aynı amaç için kurgulanmıştır. Meselenin etnik azınlıkların hak ve hürriyetleri meselesi olmadığını milletlerin parçalanma deneyimlerinde yeterince gözlemledik. Sadece Sincan-Uygur özerk bölgesinde değil, dünyada nerede baskı ve zulüm varsa mücadele etmek tabi ki en önemli görevdir. Ancak psikolojik savaşın kat ve kat olanaklarını arttırdığı bu çağda ABD’den gelen tertiplere daha temkinli olmak zorundayız.
AMERİKA SİLAHIYLA MİLLİYETÇİLİK OLMAZ
Uygur ayrılıkçısı Seyit Tümtürk 23 Aralık Ankara’daki basın açıklamasında bir de hükümete sitem ediyor ve devletin Çin iç işlerine karışmayarak Doğu Perinçek ideolojisiyle hareket ettiğini söylüyor. Bu konuda yanlışı yok eksiği var. Türkiye’de komşularla barışı, Avrasya’daki yerimizi almamız için ,Amerikancı terörün her türlüsüne karşı 40 yıldır mücadele eden tek kuvvettir.
Sonuç olarak Seyit Tümtürk gibi ajanların, geçmişteki oyuncularla aynı misyonda yürüdüğünü görmüş oluyoruz. Senaryolar değişse de asıl amaç her zaman sabit. Hem ABD’nin memurları hem bu yalan çarkına su taşıyan aymaz siyasetçiler milletimizin vatanseverlik duygularıyla daha fazla oynayamayacaktır. Türkiye büyük çözümlerin eşiğine ilerlerken, yarattığı birikimle gösterilen yere değil parmağın sahibine bakma tecrübesi de kazanmıştır. Çağımızda Amerika silahıyla ne milliyetçilik, ne vatan savunması yapılamaz. Vatanperverliğin hedefi Amerikan hegemonyası ve aparatları olmak zorundadır. Sincan-Uygur bölgesindeki canlarımız için de, Güneydoğumuz’daki canlarımız için de tek yol bölünme senaryolarına alet olmamak ve Amerikan silahlarını bırakmaktan geçiyor. Önümüzdeki dönemde terör örgütleri temizlendiğinde, ekonomik işbirliği derinleştiğinde Sincan – Uygur bölgesi bir sorun değil, Asya milletleriyle aramızdaki köprü olacaktır.
Engin Anadolu kültürümüzde güzel bir deyim vardır; “Temcit pilavı gibi ısıtıp ısıtıp önüne koymak…” . İlk başta bir pilav türü gibi gelse de temcit, ramazan ayında uyuyakalanları sahura kaldırmak için okunan ezgiye denir ve insanlar akşamdan kalma yemeklerini alelacele ısıtıp yemeye koyulurlar. Tekrar tekrar pişen manasında kullanılır. Dünya siyasi hayatında da öyle meseleler vardır ki vakti geldiğinde temcit pilavı misali yeniden ve yeniden pişirilmesi amaçlanır. Çeşitli ülkeler için ayrı şekillerde olsa da ne hikmetse pişiren taraf genelde Amerikan devletinin aygıtlarıdır.
Uzuncadır süren ve farklı aktörlerle dile getirilen “Çin Devleti’nin Uygurlu Türklere Uyguladığı Zulüm” haberleri de bahsi geçen konulardan biri haline geldi. Taraflardan biri de köken itibariyle Türk olunca, ülkemizde piyasaya sürülmemesi düşünülemezdi. Emperyalist merkezler Çin Halk Cumhuriyeti’ne operasyon yapacakları zaman çeşitli konularda yalanlara, iftiralara başvurur ve medya kuruluşlarından bu yalan musluklarını açarlar. Hedefte Çin’i yalnızlaştırmak, Avrasya ittifakının arasına nifak sokmak ve kendisine karşı oluşan cepheyi dağıtmak var.
Özellikle geçtiğimiz günlerde haberlerden Seyit Tümtürk ismi eksik olmadı. Dünya Uygur Kurultayı önceki dönem başkan yardımcısı, Doğu Türkistan Milli Meclisi Başkanı, Doğu Türkistan Kültür ve Dayanışma Derneği Başkanı sıfatlarıyla geçtiğimiz yıldan beri Türkiye’nin birçok şehrinde “Çin’e Lanet” mitinglerinin başını çekiyordu. Özellikle son 3 aydır görüşme trafiği yoğunlaştı. Ekim ayında İYİ Parti Grup Başkanvekili Yavuz Ağıralioğlu tarafından ağırlandı. Kasım ayında CHP Grup Başkanvekili Özgür Özel’i makamında ziyaret etti. “Rabia Kadir’in selamlarını getirdim.” diyerek görüşmelerinde Çin’i bölme planlarını anlattı, ev sahiplerinden meclise taşıma sözünü alıp ayrıldı. Yetmedi 27 Aralık tarihinde Uşak Valisi Funda Kocabıyık tarafından makamda karşılandı, samimi pozlar verildi. Son olarak bugün gazete manşetlerinde okuduğumuz haber gelen psikolojik harekatın ayak sesleri niteliğinde. Provakatör zevat Aksaray Ulu Camii’nde imamla beraber vaaz verdi ve Çin düşmanlığını camiye soktu. Aklımıza şu soru takılıyor tabii ki; Amerikan ajanı Rabia Kadir’in selamı ne mübarekmiş ki devlet makamlarından camilere kadar tüm kapıları açıyor?
Ancak yanlış anlaşılmasın, maharet Seyit Tümtürk gibi kışkırtıcılarda değil. Bu servislerin bir tarihi geçmişi var ve 40 yıldır Amerikan saldırılarıyla çarpışan bizler için yabancı değil. Yalanlar yeni aktörlerle devreye girse de vatansever kuvvetler tehlikenin nereden geldiğinin farkında. Maksadımız Çin Halk Cumhuriyeti savunuculuğu kadar sığ değil. Vatanseverler aynı yalanlara Yugoslavya’da, Irak’ta, Suriye’de mücadele etti ve şimdi bu yalanların köküne kazmayı vurma zamanıdır. Sincan – Uygur bölgesinde kaşınmak istenen soruna yakın tarihimizdeki gelişmeler ışığında Seyit Tümtürk ve türevleriyle yeniden bakmakta yarar görüyoruz.
HOŞGELDİN DOĞU TÜRKİSTAN LOBİSİ
1949’da Mao Zedung önderliğinde kurulan Çin Halk Cumhuriyeti, tarihsel yapısı itibariyle 50’den fazla milliyeti barındırıyordu ve potansiyel olarak ayrılıkçılığa uygun zemin yaratılabilirdi. Tibet ve Sincan-Uygur Özerk Bölgeleri etnik-dini yapıları itibariyle milli bütünlüğe sorun oluşturma eğilimindelerdi. Amerika daha sonraları koz olarak kullanmayı planladıkları bu zemini 1950’lerden itibaren, özellikle Türkiye gibi müdehaleye çeşitli yönlerle imkan bulabilecek ülkelerden örmeye başlamıştı. Sincan Uygur Özerk Bölgesi’ndeki görevlerinden ayrılıkçılık gerekçesiyle azledilen İsa Yusuf Alptekin ve Mehmet Emin Buğra gibi muhaliflerin de aralarında olduğu 2000’e yakın göçmeni 1952’de Bakanlar Kurulu Kararı ile kabul eden Türkiye, dünyadaki Doğu Türkistan girişimlerinin merkezi haline geliyordu. İstanbul’da yayın çıkarıp tüm dünyaya propaganda yapma imkanı bulan muhalifler Doğu Türkistan Göçmenler Cemiyeti’ni kurup örgütlenmeye başlamışlardı. Sovyetler Birliği’nin dağılmasına kadar belirleyici başarılar kazanamasalar da çok çeşitli ülkelerde yaptıkları ziyaretler ile dünya kamuoyunda Sincan – Uygur bölgesinin bağımsizlığı için çalışmalar yürüttüler. Ancak çağımızın tunç kanunu ayrılıkçılığı emperyalizmle göbekten buluşturur. Alptekin’in CIA’nın 2.Dünya Savaşı’ndaki öncülü olan Stratejik Hizmetler Ofisi (OSS) ile olan bağını Türk 2000 Vakfı Başkanı Prof. Dr. Reha Oğuz Türkkan, 1996 yılında röportajında açık şekilde anlatmıştı.
AMERİKA’NIN TERÖR CEPHESİ
1991 yılında SSCB dağıldığında dünya artık başka bir eksene giriyordu. ABD’nin 1980’den sonra ilan ettiği küreselleşme atağı şimdi en yüksek seviyeye çıkmıştı. Devletlerin pazarları küresel sermayeye açılacak, milletler parçalanarak küçültülecek ve direnenler terörize edilip müdehale edilecekti. Amerika’nın Sovyetlerden sonra rakip gördüğü Çin’e yönelik saldırısı da yükselmişti. Küreselleşmenin ideologları stratejileri açıktan tarif ediyorlardı; Samuel Huntington Forreign Affairs dergisinde; Çin’in önünün kesilmesi gerektiğini ve yakın zamanda azınlıklarla sorunlar yaşayacağını belirtirken, CIA lideri Graham Fuller Çin’in muhakkak parçalanacağını ve Türkler’in istese de istemese de müdehale etmesi gerektiğini aktarıyorlardı.
Dolayısıyla Türkiye üzerinden Sincan kışkırtmalarının vitesi yükseltildi. İsa Yusuf Alptekin 1991 yılında Başbakan Süleyman Demirel, Başbakan Yardımcısı Erdal İnönü ve sırasıyla meclisteki partileri ziyaret edip dünyaya mesaj verirken, 1992 yılında köşkte Cumhurbaşkanı Turgut Özal tarafından ağırlandı. Sovyetler dağıldıktan sonra bağımsız olan Türk Cumhuriyetleri’nden sonra sıra Doğu Türkistan’a geldiği ve muhakkak ayrı bağımsız bir devlet olarak görmek istediğini belirten Özal, ABD’nin gösterdiği hedefe nişanlıyordu.
İsa Alptekin’in oğlu Erkin Alptekin de 1980’lerden sonra Avrupa’da Temsil Edilmeyen Milletler ve Ülkeler Örgütü (UNPO) kurarak Amerika’dan aldığı fonları Rusya ve Çin üzerine psikolojik savaş argümanları yaratmak için kullanıyordu. ABD Enformasyon Ajansı ile çalıştığı sırada 1991’de Dünya Uygur Kongresi’ni örgütlerek Rabia Kadir gibi nice ayrılıkçı ABD ajanı yetiştirmek için zemini yaratmıştı. ABD Enformasyon Ajansı görev tanımını resmi sitesinde şöyledir: “ABD ulusal çıkarlarının desteklenmesi için yabancı kamuoyunu anlamak, bilgilendirmek ve etkilemek ana amacımızdır”.İşte böylesi bir kurumun emrinde etnik ve mezhepsel konularda ‘uzman’ olan Alptekin aynı zamanda Dünya Uygur Kongresi’nin ilk başkanı ünvanını da kazanmıştı.
1996 yılının Ekim ayında Doğu Türkistan Bağımsızlık Cephesi adıyla bilinen illegal örgütün paravanı Türkiye’deki Doğu Türkistan Vakfı’nın 2. Uluslararası Sempozyumu, hem Avrupa’da hem Türkiye’de ABD’den daha çok fonlanacak bir Doğu Türkistan lobisinin temellerini atıyor ve çözüm mercii olarak ABD ilan ediliyordu. Sempozyumda konuşmacılardan biri olan ABD Wisconsin Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Kemal Karpat’ın sunumundaki ifadeler perde arkasını görmek açısından önemli;
“Doğu Türkistan davasını Batı’da ve ABD’de anlatmak lazım. Türkiye yöneticilerine anlatmak pek fayda vermez. Karar mercilerinde olanlara anlatmamız gerek.”
Aynı sempozyumda ANAP genel başkan yardımcısı Ahat Andican ABD’li petrol şirketlerinin Doğu Türkistan’ı demokratikleştireceğini anlatırken konuşmalarda Amerika’nın Sincan’da bir radyo kurması gerektiği ve propaganda için daha fazla yardım etmesi gibi öneriler de gelmekteydi.
Ancak 1990’larda Atlantikçi siyasetlere tepki de gelişmeye başlamıştı.
Türk Ordusu yaklaşan tehlikenin farkına varıyordu, güvenliğimiz bizzat güneyimizden NATO ve ABD eliyle tehlikeye atılıyordu. Bu koşullarda Genelkurmay ve Türk Dışişleri Çin’deki karışıklıklara müdehale etmenin stratejik bir hata olduğunu tahlil etmekteydi. Aksine ABD’nin dayatmalarına karşı Asya ülkeleriyle daha yakın işbirliğine gidilmeliydi. Bu doğrultuda Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’den sonra Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı’nın da Çin’i ziyaret etti ve askeri işbirliği konusunda görüşmeler gerçekleştirdi. Silah alımı, terörle mücadele gibi konularda alternatif geliştirme eğilimi yükseliyordu. 1995’te Çelik hareakatıyla gün yüzüne çıkan bu eğilim ABD Dış İşleri yayınlarında “ Türk Ordusu hizadan çıktı!” tespitleriyle belirtiliyordu.
1990’lar aynı zamanda ABD’nin dünyaya yeni düşman hattını çizdiği ve kendi siyasetlerini uygulama aracını yarattığı dönem oldu. Ilımlı İslam stratejisine giderken “İslam” dünyaya göre radikalleştirilmeliydi. Milyonlarca dolar akıtılarak dünyanın dört yanından terörist yetiştirilmeye başlandı. İç savaşla boğuşan Afganistan bir İslamcı Terörist yuvasına dönüştürülüyordu. Tüm dünyadaki İslamcı gruplar radikalleştirilip fonlanarak terör ihraç etmek için hazırlanmaktaydı. Emperyalizm destekli gerici tehdit Avrasya coğrafyasında kendini daha çok hissettirmeye başlamıştı. Bu doğrultuda Özbekistan’daki muhalefetle beraber Sincan’daki ayrılıkçılar da Afganistan’a getirilerek eğitim almaya başladı. Amerika doğrudan Çin’e uzanacak Afganistan – Özbekistan – Sincan/Uygur Bölgesi’nden oluşan bir terör koridoru yaratma planını kurguladı ve Türkiye’deki Gladyo aygıtını devreye sokarak MİT içindeki elemanlarını Afganistan’a gönderdi.
Ancak bu tertip girişimi devlet aklı tarafından durduruldu. 2000’lere yaklaşırken Türkiye, gerici ve bölücü terörle boğuştukça arkasındaki ABD ve AB elini her anlamda daha net fark ediyordu.
TSK’da ve istihbarattaki bu tehdit algısı haliyle FETÖ gerçeğine yöneldi. FETÖ’nün Türk Dünyası’na yönelik sızma planları, terör ile olan bağlantıları vs. rapor edilmekteydi ancak bu direncin farkında olan örgüt direnci aşmak için 2000’lerde tertibini hazırlayacaktı.
AVRASYA ÇAĞI VE YENİ DENGELER
2000’lere girerken ABD tarafından stratejik kuruluş raporlarında Türkiye’nin gitmesi mecburi rotanın Asya ile yakınlaşma olduğu ve Türkiye’nin yeniden uyanışının büyük tehlike arz ettiği işleniyordu. O sebepten AB ve IMF kapısına bağlanmalı, komşularıyla düşman edilmeli ve ABD Büyük Ortadoğu Projesini işletirken Türkiye’deki iktidar da bölgede yardımcı olmalıydı. Buna uygun olarak FETÖ’nün Türk Devleti’ne sızma girişimi siyasi iktidarın çabasıyla hızlandı.
ABD kendisine uygun saflaşmayı FETÖ aracılığıyla Türk Devleti’nin bilincine yerleştirme amacıyla devlet içinde daha da derine örgütleniyordu. ABD’nin dost dediği dost, düşman dediği düşman olacaktı.
Graham Fuller’ın Pentagon için hazırlattığı “The Xinjiang Problem ( Sincan Sorunu) raporunda da Sincan bölgesinin önemi anlatılıyor ve Çin için iç kargaşayı hedefleyen bir strateji öngörülüyordu. Yeni dönemde bu iki kuvvet stratejik olarak buluşmamalıydı.
11 Eylül 2004 tarihinde Washington’da Fuller, Abramowitz ve Fettullah Gülen devreye girerek Yusuf Enver Turani başkanlığında “Sürgünde Doğu Türkistan Hükümeti’ni” kurdular. 2010’dan sonra Amerika yardımıyla devletleşmesi beklenen Kukla Hükümet ‘in çoğunluğu Türkiye vatandaşıydı. Bu bileşim Dünya Uygur Kurultayı’nı toplayarak daha da geniş çevrelerden icazet aldı. ABD bayrağı altında yeminler edildi, lanetler okundu. Tabi o devletleşme hiç gerçekleşmedi.
Kaynak : UĞUR BIÇAKLIOĞLU YAZDI: DÜNDEN BUGÜNE BİTMEYEN YALAN VE SEYİT TÜMTÜRK