PYTHIA’DAN YALOVA’YA (BİR İMPARATORLUK TARİHİNİN BAŞLADIĞI KENT)
Antik Çağ’da Arganthonios (Samanlı) dağlarının kuzeyinde konumlanmış kent; Helenopolis, Drepanum, Pylai ve Pythia Therma adlı yerleşimleri sınırları içerisine almaktadır. Yerleşimler arasında en çok dikkati çeken şifalı su kaynağı üzerine kurulmuş Pythia Therma’dır.
Yalova, geçmişte her ne kadar şimdiki kent merkezi üzerinde konumlanmış bir yaşam alanına sahip olmamışsa da Roma’dan Bizans’a kadar gerek coğrafi açıdan gerekse şifalı sulara sahip olmanın getirdiği ilginin yönlendiği bir yer olmuştur.
Tarihi süreç içerisinde özellikle Pythia Therma’nın seyyah güzergâhları arasında oluşu onunla ile ilgili söylenceleri çeşitlendirmiştir. 19. yy seyyahlarından Vital Cuinet’in anlatımında; “… en tanınmışı Yalova ya da diğer adıyla Dağ Hamamları. Bu ünü eski zamanlara kadar gidiyor.
Byzantion’un yerleşikleri burada Herkül’ün koruması altında, Asklepios’a adanmış bir sunakla birlikte kaplıcaları kurmuşlar. Daha sonra İmparator Konstantin, Kudüs dönüşünde putperest yapıları yıktırarak yerine bugüne miras kalmış kubbeli hamamları yaptırmış.” 1 Anlatımdan yola çıkarak Yalova’nın, özellikle Kaplıcalar’daki yerleşim nedeniyle çağlar boyu ilgi çeken bir yer olduğunu söylemek yanlış olmaz.
BİR İMPARATORLUK TARİHİNİN BAŞLADIĞI KENT
Tarihçi Prof. Dr. Halil İnalcık Osmanlı Devleti’nin bilinenin aksine 27 Temmuz 1302’de Yalova’da kurulduğu iddiasını ortaya atmıştır.
1) Murat Çelik, Rüstempaşa Camii Hakkındaki Arşiv Belgeleri, Yalova Belediyesi Yayınları 2013, s.14 Yalova,1930’lar “Osman’ın bir hanedan kurucusu durumuna gelmesi, 1302’de Bizans ordusuna karşı zaferi ile ilgilidir.” 2 yaklaşımı,devletleşme süreci ekonomik gelişim ve sosyal tarih açısından incelenip, değerlendirildiğinde doğru olma olasılığı yüksek gözükmektedir. Bu saptama Yalova’nın Türk tarihi içindeki rolünü yeniden belirleyecektir.
GEÇMİŞİN SU YOLU GÜZERGAHI
Yalova’nın Avrupa ile Asya arasında yolların kesiştiği güzergâh, bir su yolu merkezi olması Antik Çağ ile başlamış, Doğu Roma ve Bizans’ta devam etmiş ancak Osmanlı İmparatorluğu süresince önem kazanmıştır.Özellikle deniz yolu ulaşımının kolaylığı nedeniyle gelişmiş limanları,İstanbul’dan Anadolu’ya daha kısa sürede ulaşımı sağlayışıyla bir çeşit ‘su köprüsü’ görevi yüklenmiş.Başbakanlık Osmanlı Arşivi’ndeki belgelerde rastlandığı gibi de;
2) Halil İnalcık, Kuruluş-Osmanlı Tarihini Yeniden Yazmak, Hayykitap, 7.Baskı, İstanbul 2013, s.39-40 Yalova,
1930’lar “Yalakabad, ulakların menzilinde ve duraklardan birini oluşturmuş”tur.
3 1337’de Yalakonya Kalesi ve Çoban Kale’nin düşüşü ile Osmanlı topraklarına resmen katılan yöre önce Yalakova ve Yalakabad isimleri ile anılmış, Yalı Ova ve nihayet Yalova adının kullanılmaya başlanması uzun bir sürecin sonunda 1900’lü yıllarda gerçekleşmiştir.
19. YÜZYIL SONU GÖÇMENLERİNİN SON DURAĞI YALOVA
Kentte yaşayanların etnik köken ve inanışlarına göre yapılan ilk nüfus sayımı 1523 tarihindedir. 4 1838-1839 yılları arasında yapılmış bir diğer nüfus sayımında ise Yalakabad’da yaşayan kişi sayısı 10780 civarı olarak tesbit edilmişti. 20. yüzyıl başında 1918’de son kez yapılan sayımda nüfus 795 Müslüman, 10274 Rum ve 3303 Ermeni’den oluşan Osmanlı tebaası olarak belirlenmiştir.
Kent merkezinde azınlık olarak yaşayan Müslüman nüfusun, 1853-56 Kırım Savaşı sırasında ve 1877-78 yılları arasında Osmanlı–Rus Savaşı’ndan kaçarak gelen Kırım ve Kafkas göçmenleri olduğu bilinmektedir. Kırım ve Kafkasya’nın özellikle Batum ve civarından boylar halinde gelenler Yalova merkezinde ilk gayrimüslim harici nüfusu oluşturmuşlardır.
Cumhuriyet’in ilanı sonrası Yalova’daki etnik popülasyon yeniden değişmiş, mübadele ile Balkan göçmenleri yerleştirilirken, Yalova’da yaşayan gayrımüslimler kentten ayrılmışlardı.
Yalova merkezinin kısa bir süre Bursa’ya bağlı olduğu bilinir. Daha sonra uzun bir süre Karamürsel’e ait bir nahiye olarak kalmıştır. Mustafa Kemal’in 1929 yılındaki gelişinden hemen sonra da İstanbul’a bağlanarak ilçe vasfını kazanmıştır.
Murat Çelik, Rüstempaşa Camii Hakkındaki Arşiv Belgeleri, Yalova Belediyesi Yayınları 2013, s.15
4) Murat Çelik a.g.e, s:15
Atatürk, Baltacı Çiftliği’ni geziyor, sol yanında Yalova Kaymakamı Şefik Soyer,Atatürk, Ertuğrul Yatı ile Yalova’ya geliyor
HOŞ GELDİN GAZİ PAŞA
Gazi Mustafa Kemal*,14 Ağustos 1929 Pazartesi günü Ertuğrul Yatı ile İstanbul’dan ayrılmış, Yalova’ya öğleden sonra ulaştığında iskelede onu;“Hoş Geldin Gazi Paşa” nidalarıyla Yalovalılar karşılamıştı.19 Ağustos’ta Yalova’ya gelen Gazi Mustafa Kemal’in ilk durağı Termal Kaplıcaları olmuştu. Kaplıcalara ilk seyahati olmasına rağmen Termal ile ilgili fikir sahibi oluşu yakınındakileri etkilemişti. Kaplıcalar’ın o dönemdeki işletmecisi Fikret Çavuş’un anlatımında da bu durum belgelenmiştir.5
“ …Kaplıcaların kullanılmasını üzerime alınca, gazetelere ilân verdim. Mustafa Kemal Paşa, İstanbul’da iken bu ilânı okumuş. Merak ederek, Bu nerenin ilânıdır ? diye sormuş.
Yanındaki İçişleri Bakanı Şükrü Kaya da:- Yalova’da kaplıcalar var. Bu ilân oraya ait, cevabını vermiş.
Kemal Paşa, bunun üzerine sabahleyin vapurunu hazırlattıktan sonra, Yalova’ya hareket etmiş. Durumu Yalova Kaymakamı Zeki Bey’e bildirmişler. Zeki Bey de beni telefonla arayarak durumu bildirdi.
Gazi Paşa’nın geldiğini haber alınca, hemen Akköy’e bir adam göndererek bir koç aldırdım. O vaktin parasıyla 14 lira olan koçun boynuzu üç burmaydı. Atatürkgeldiğinde ayağında kurban edecektim.Çınar altındaki dans için hazırlanmış olan yere birkaç koltuk ile masa hazırlattım.
* Atatürk soyadını 1934 tarihinde Soyadı Kanunu’nun çıkmasıyla almıştır.
5) Ahmet Akyol, Atatürk’ün Kenti Yalova,
Hemen yanına gidip elini öptü. Getirip yanındaki koltuğa oturttu.
– Burada ne yapıyorsunuz? diye sordu.
Şükrü Paşa da,
– Hem hava alıyorum, hem de çocukların doktorluğunu yapıyorum, dedi.
Bir süre sonra Atatürk,
– Burayı kim idare ediyor? diye sordu.
Ben bu sırada 10-15 adım ileride bulunuyordum. Beni gösterdiler.
Bana bakarak,
– Gel bakalım buraya, dedi.
Yanına gittim, resmi tazimle,
– Emr-i âliniz Paşam, dedim.
– Burayı siz mi idare ediyorsunuz? diye sordu.
– Saye-i âlinizde Paşam, ben idare ediyorum.
– O zaman içecek neyin var ?
– Emr-i âliniz Paşam, ne isterseniz var.
– Aç büfenin kapılarını.
– Baş üstüne dedim. Hemen büfenin kapılarını açtım. Herkes içmeye başladı.
– Garsonun var mı ?
– Var Paşam.
– Çağır bana garsonu.
Garsonu çağırdım, geldi. Atatürk, garsona dönerek,
– Bana bira getir, dedi.
Garson, birayı getirip bardağı doldurdu. Atatürk bunun üzerine, garsona,
– İsmin nedir ? diye sordu.
– İsmim Mustafa.
– Adaş imişiz. Yalnız bir daha bana bira getirirsen bardağa koyma. Ben
doldururum.
– Baş üstüne efendim.
Bu sıralarda Çınar karşısında çalgılı bir kulübemiz vardı. Çalgıcılar dans müziği çalmaya başladılar. Dansözler de vardı ama, Atatürk kendisiyle birlikte gelen bir kadınla dans etti.
Sonra kalktı, Kurşunlu Hamam’da banyo aldı. Vekilharç Arap Mehmet Ağa,200 lira verdi. Sonra kaplıcada kalmadı, akşam çıktı gitti.
İki gün sonra, tekrar Atatürk’ün geleceğini haber verdiler. Kalma ihtimali varmış.Yaveran Köşkü’nü hazırladık. Fakat bize hacet kalmadı, eşyaları geldi.
Bir gün sonra da Seyr-i Sefain Genel Müdürü rahmetli Sadullah Bey, 100 kişiyle çıkageldi.
15 Atatürk, Yalova İskelesi’nde karşılayanları selamlıyor Hazırlıklar bitince, Çınar Oteli’ndeki çanın yanında, büfecimiz olan Münir Bey ve bir kasap ile beklemeye başladık. Durumu duyan halk ise, çınardan zaptiye karakoluna kadar köprü üstünde iki taraflı toplandı.
Önden motosikletliler geldi.
Atatürk arkadan otomobil ile gelerek zaptiye karakolu önünde indi. Toplanan halkı, Selamünaleyküm, diye selâmladı.
Halk onu coşku içinde alkışlıyordu. Her iki tarafa selâm verip, ilerleyerek koçun yanına kadar geldi. Bu sırada koçu yatırmışlardı. Rahmetli bunu görünce,- Kesmeyin, kesmeyin, azat ettim, dedi.
Atatürk, kaplıcaya gelince etrafına bakındı. Çok beğendi.- Burası çok güzel bir yermiş, dedi.
Yapmış olduğum dans yerinde oturup etrafına bakınırken, etrafta toplanıp kendisini seyredenler arasında birisi gözüne ilişti. Bu kişi meğer rahmetlinin Harbiye Mektebi’nde kimya öğretmeni Şükrü Paşa’ymış. Onu görünce,
– Ah hocam, siz burada mısınız ? dedi.
16
Termal’de Kurşunlu Hamam,
yıl 1930’lar
17
Atatürk, Sadullah Bey’e,
-Sadullah, burasının yüksek imara ihtiyacı var. Bu adamın elinden burasını
darıltmadan alın. Ne isterse ver. Kendisini de işsiz bırakma, dedi.
Sonra İzmit Valisi Fatin Bey, Karamürsel Kaymakamı Kâmil Bey, Yalova Belediye
Reisi Yakup Bey bir araya gelip masrafımızı hesapladılar ve 6.000 liraya
bağladılar.
Atatürk, yeni köşk yapılana kadar Yaveran Köşkü’nde kaldı, sonra kendi
köşküne geçti.”
Termal Kaplıcaları’na yaptığı ziyaret sonrası Baltacı Çiftliği yakınından
geçerken orada çalışan göçmenlerle sohbet eden Gazi Paşa daha öncesinde düşünmüş olduğu tahmin edilebilecek çiftlik işletmeciliği modelini hayata geçirebileceği araziyi bulmuştu. Baltacı Çiftliği ile başlayan üretim hamlesi Millet Çiftliği’yle birlikte devam etmiş,
Termal’de Gazino,Yıl 1925
Yalova, İstanbul’un sebze, meyve, süt ihtiyacının karşılandığı merkezlerden biri haline gelmişti.Gerek imar, gerek ekonomik ve gerekse de sosyal yaşam açısından çağdaşlarıyla boy ölçüşebilecek düzeye taşınmasını sağladığı bu küçük kasabayla ilk karşılaşması Gazi Paşa’yı etkilemiş olmalı ki; 19 Ağustos 1929 tarihi Yalova’nın kent kimliğinin oluşmasında bir dönüm
noktasıdır.
Atatürk, Termal’de kalan bir misafirle konuşuyor
“YALOVA BENİM KENTİMDİR”
Bizans İmparatorluğu’nun yönetimindeyken bir sayfiye olarak kullanıldığı öğrenilen Yalova’daki sosyal hayat Mustafa Kemal Atatürk’ün kente gelişiyle canlanmaya başlamıştı. Kentin tamamını yeniden inşa etmeye dayalı imarı planının hazırlanması o döneme dek merkezden uzak konumlanmış sosyal yaşamı şehre taşımaya başlamıştı. Mustafa Kemal Atatürk’ün Yalova’da kaldığı sürelerde halkın içinde olup onların sorunlarını dinlediği ve imar çalışmalarını yakından takip ettiği bilinmektedir. O günlere dair anekdotlarda bu konuyla ilgili detaylara rastlamak mümkündür.
“Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal Paşa, 12-18. Eylül günlerini Yalova’da istirahat ederek geçirdiler. Gazi’nin en önemli ilgisi ve zamanını geçirdiği süreç halkla olan yakın, rahat, içten temasları ve görüşmeleriydi. Yalova’daki hayat genellikle öğleye kadar köşkte geçiyor, öğle yemeği özel dairede yeniyor ve ondan sonra halkın yoğun olduğu yerlere yürüyerek gidiliyor ve bazan da otomobille çiftlikler geziliyordu.
Yalova’daki imar faaliyetlerini incelemek, denetlemek de önemli uğraşılarındandı. Yalova’daki halk hamamlarının bakım ve onarımı bu süre içinde tamamlandı. Üniversiteden bir bilim heyeti Yalova kaplıcalarını incelemeye geldi. Radyoaktivite bakımından değerlendirmesini yaptı. Yalova otel ve gazinosu tamamlandı.
Kemal ATATÜRK
Halk arasında sayılan sıtmanın yaygınlığı Yalovalılar’ın kent merkezinden uzak yaşam sürme nedenlerindendi. Toplumsal yaşam alanı planlamanın sosyo kültürel, sosyo ekonomik parametreler gözetilerek bütüncül bir bakış açısıyla mümkün olduğunu Batı’daki örneklerinde görmüş Mustafa Kemal Atatürk, Yalova’yı yeniden imar ederken aynı zamanda şehre kimlik kazandıracak özelliklere sahip olan bir planlama anlayışıyla konuya yaklaşılması gerektiğinin farkındaydı. Bu nedenle Nafia Vekaleti’nden 2/4/1930 tarihli 1387/2122 numaralı tezkereyi kendi imzası ile Yalova ve civarındaki bataklıkların ıslah çalışmalarını başlatmak için çıkartmıştı.
Yalova’nın o dönemde yaşamaya başladığı kentsel dönüşümü ve her detayın kendi içinde düşünülerek planlanışını dönemin Kaymakamı Şefik Soyer’in oğlu Dündar Soyer’in anlatımında görmek mümkün:“Dörtyol’dan gelip Galatasaray’a yat›l› olarak girdikten sonra, hafta sonu tatillerimi Yalova’da geçirirdim.
Yalova, okulda öğrendiklerimin d›ş›nda, hayat›m›n bir çok önemli ve gerekli say›labilecek yeniliklerini yaşayarak, bilgi dağarc›ğ›m› zenginleştirmek f›rsat›n›kazand›ğ›m yerdir.
O tarihlerde Yalova ‹stanbul ilinin uzant›s› olarak karş› sahillerde parlayan küçük, Şirin bir kasabayd›. Yalova’dan Kapl›calara doğru uzanan yol, dağlar›n aras›nda bol ve çeşitli ağaçlar›n yeşillendirdiği bir vadi ve f›şk›ran kaynar s›cak sular› ile yeşilin yere düştüğü bir yerdi. Büyük Atatürk Yalova’y› keşfeder.
Ataşemiliterlik y›llar›nda genç subayken Almanya ve Çekoslovakya’da gördüğü su merkezlerinden Baden-Baden’le, Karls-Bad’›n bir eşini burada yapmay› tasarlar.
Bu nedenle s›k s›k Yalova’ya gelir ve vakit geçirmeden Kapl›calar›n bulunduğu bölgeye gider. Bat› anlam›nda güzel bir “su şehri”ni Yalova’da kurmak, düşleriyle plan ve projelerini gerçekleştirebilmek istemektedir. Bir gün babam› (Şefik
Soyer) yan››na çağ›r›r. Atatürk, burada yapmak istediklerini, projelerini ve düşüncelerini birer birer babama anlat›r ve onu bu işle görevlendirir.
Bu kitab› yazmaya karar verdiğim tarihe kadar, Atatürk taraf›ndan babam›n Yalova Kapl›calar›n› yeniden kurmak ve modernleştirmek için vazifelendirilme nedenini tam olarak anlayamam›şt›m. Bir gün babam›n sand›ğ›n› kar›şt›r›rken
aşağ›daki fotoğraf gözüme ilişti. Wiesbaden’de tedavisi s›ras›nda çekilmiş fotoğraf›ndan ve ekli vesikalardan Avrupa’n›n bu güzelim Su Şehrinde aynı.
22
zamanda incelemelerde bulunduğunu anlad›m. Böylece Atatürk’ün Yalova kapl›calar›n› yenilerken, babam› tercih etmesinin nedenini anlam›ş oldum. Atatürk; ‘adama iş değil, işe adam’ prensibiyle hareket eden kişiliğiyle devrimlerdeki büyük başar›s›n›n s›rr›n›, bu olayla da bir kere daha ortaya koymuş oluyordu.‹şte bizim Yalova serüvenimiz böyle başlad›.
Babam ilk olarak Yalova ile kapl›calar aras›ndaki yolun çift tarafl› ağaçland›rmas› çal›şmas›na başlad›. Dikilen ağaç fideleri her gün sulan›r, bak›l›r ve hayvanlar taraf›ndan yenmemesi için korunurdu. Bu ağaçlar babam›n sanki çocuklar›yd›.
Kapl›calardaki çal›şmalar› görmek için her gün gidiş ve gelişlerde onlar› şefkatle ve dikkatle inceler, hepsinin çabucak büyüyerek etraf› gölgelendirmesini isterdi. Yalova’daki kapl›calar tamamland›ktan sonra modern tesislerde doktorlar›n
kontrolünde banyo yap›l›r ve şifal› sular içilirdi. O dönem ‹stanbul sosyal hayat›n›n tan›nm›ş simalar› 1930’ların moda şapkalar› ve çarliston k›yafetleriyle Yalova’ya gelirlerdi.
Termal,Yıl 1925
O çocukluk haf›zama öylesine yerleşmiş ki, hayata at›l›p yurt d›ş›nda gittiğim s›ralarda, Avrupa’daki su merkezlerinin çoğunu dolaşt›m. Bu arada ‹talya’da Pizza kulesinin bulunduğu yerde Monte Catini diye çok tan›nm›ş bir su merkezi vard›.Orada bir kaç günümü geçirdiğimi hat›rl›yorum.Avrupa’n›n birçok yerinden gelen insanlar o su şehrinde otelleri doldurur,kente büyük bir ekonomik hareketlilik kazand›r›rlard›. Turistler sabah erken kalk›p,kentin biraz ç›kışındaki bu merkezlere giderler, doktorlar›n gözetiminde hangi kaynaktan ç›kan sular›n ne miktarda içileceğini öğrenerek, özel bardaklarla kürlerini sürdürürlerdi.
Bir yandan da orkestralar sürekli müzik yapard›. Mağaralarda s›cak su masajlar›, buhar banyolar› yap›l›rd›. Çeşitli cilt hastal›klar› dahil, nefes yollar› ve ast›mla ilgili hastal›klar burada tedavi edilirdi.‹şte, Atatürk’ün hedefi de Yalova’y› böyle bir kent yapmakt›.
İSTANBUL’UN SAYFİYESİ YALOVA
1929 yılının Yalova’sı kent planlamasından uzak yapılaşması, merkezi köylere bağlayan yolların ulaşıma elverişsiz durumu ve sosyal yaşamın hareketsizliğiyle dikkati çekiyordu. Merkez’de süren sessiz sedasız hayat tek tük de olsa İstanbul ile yapılan ticaretle hareketleniyor, deniz
ulaşımının halâ motorlarla sağlanışı ekonomik gelişmeye çok da izin
vermiyordu.
Dönemle ilgili kayıtlara bakıldığında Yalova’nın kent kimliği açısından
Batı’da konumca benzediği çağdaşlarıyla olan farklılığı, eksikliği
kolaylıkla anlaşılabilir. Kentin yeniden planlanması coğrafi konumunun
getirdiği gereklilikler yanında ekonomik ve sosyal yaşamda düşünülerek
kurgulanmalıydı. Bu düşünce doğrultusunda olsa gerek Mustafa Kemal
Atatürk’ün kent ile ilgili ilk tasarrufu Yalova’yı İstanbul’a bağlamak
olmuştu. Kentin statükosundaki bu değişim, yeni bir kimliğin çerçevesini
belirlemiş oldu.
Yalova’da hızla başlayan imar çalışmaları şehre yakın geçmişinden
farklı bir geleceğin müjdecisiydi. Yalova, artık İstanbul’un sayfiyesiydi.
24
7) Dündar Soyer, Cumhuriyet’le Adım Adım Olaylar, Anılar… s:44-46, Büke Yayınları 2001
YALOVA’NIN İKİ YANI AĞAÇLI YOLLARI
Kentin ana aksları vapur iskelesi merkez alınarak konumlandırıldı.
İskeleden batıya doğru yönelen sahil yolu Baltacı Çiftliği’nden geçerek
Termal’e dek uzanan iki yanı ağaçlarla sınırlandırılmış ve içinden
geçerken de doğal bir tünelde yol alırmış hissi yaratan görsellikle
tasarlanmıştı. Yola Gazi Paşa Caddesi adı verildi. Yolun, Baltacı Çiftliği’ne
yakınına halkın kullanımına sunulan bir gazino ve plaj yapıldı.
Yalova’yı Bursa’ya bağlayan ve Roma’dan kalmış olması muhtemel olan
eski yol genişletildi. Merkez’in köylerle bağlantısını kolaylaştırmak için
yol inşaası hız kesmeden sürdü. Yalova’nın kent olarak çehresi değişirken İstanbul’u Anadolu’ya bağlayan bir “Su Yolu” üzerine konumlanarak
tercih edilen bir güzergah olmaya başlamıştı. Bu çalışmalar dönemin
gazetelerinin üzerinde durduğu birinci konular arasındaydı.
Seyri Sefarin İdaresi, İstanbul ile Yalova arasındaki vapur seferlerinin
daha güvenli ve hızlı gerçekleşmesi için süratli vapurlar satın almaya
başlamıştı. Yakın geçmişten farklı olarak seferler yeniden düzenlenerek
sıklaştırılmıştı.
Yalova’nın yeniden imar edilmesi sadece yeni yolların açılıp eskilerinin genişletilmesiyle sınırlı değildi. Kent peyzajı da düşünülmüş, Samanlı
Deresi’nin denize karıştığı noktadan içerilere kadar sandal ve motorla
gezinti yapılacak kadar derinleştirilmesi planlanmıştı. Sahil, İskele’den
Baltacı Çiftliği’ne dek plaj olarak bırakılmış, caddeler ağaçlandırılıp
ışıklandırılmış. Bahçe duvarları yaban gülleriyle çevrili, içinde çeşitli
meyva ağaçlarının ekili olduğu, ıhlamur kokularının sokakta yürüyeni
bambaşka hayali bir diyara sürüklediği tek katlı, bahçe içinde evlerin
yapımı desteklenmişti.
Mustafa Kemal Atatürk’ün Yalova’ya kazandırdığı prestij yapılardan
belki de en önemli projesi dönemin ünlü mimarı Sedat Hakkı Eldem’e ait
Cumhuriyet Halk Fırkası Kaza Merkezi olarak yapılan ancak daha
sonra Halk Evi olarak kullanılan binaydı.
14 Mart 1938’e gelindiğinde Yalova’nın çehresi 1929’dan çok farklıydı.
25 26 Yalova’ya gösterilen ilgiyi haberleştiren iki gazete kupürü Mustafa Kemal Atatürk’ün direktifi ile hazırlanan Yalova İmar Planı salt imarla sınırlı kalmamış, kentin sosyokültürel ve ekonomik ilerleyişini de gözler önüne sermekteydi:“…Bir liman olarak Yalova’yı şu şekilde hülasa edebiliriz.Yolcu vapurları, ki en ziyade Akay postalarıdır, hali hazırda mevcut iskeleye
yanaşırlar. Burası mevkii itibariyle imar plânında da iskele olarak muhafaza edilmesi muvafık görülmüştür. Kasabanın ilerideki gelişmesini göz önüne alarak mevcut iskele lodos rüzgârlarını siperleyecek bir şekilde uzatılmıştır. İskelenin burada olmasının en büyük kıymetlerinden biri de Bursa yolunun muntazam bir şekilde ve doğrudan doğruya buradan başlamasıdır. Bundan başka kasabanın ilerideki alacağı şekli göz önüne alırsak iskele, merkezi bir vaziyette kalmaktadır.
İhracat yönünden ise Yalova’ya İstanbul’un bir hinterlandı gözüyle bakılabilir.Burada mevcut olan Karamürsel istikametindeki Millet ve kaplıcalar yolu üzerinde Baltacı çiftlikleri kendi mevcut dahili iskeleleri vasıtasıyla kendi ham madde ve çiftlik ürünleriyle hayvanları İstanbul’a naklederler. Son senelerde bilhassa Baltacı çiftliğinin limanı bütün civar köylerden ve hatta Bursa’dan gelen maddeleri buradan ihraç eder.
1/ 5000 mikyaslı imar plânında bu durum göz önüne alınarak, Baltacı Dere kenarı eşya limanı olarak çağdaş bir şekilde düzenlenmiştir. Burada dere kenarında ufak bir sanayi merkezi de kurulabilir. Bu sanayii, dericilik, konservecilik,tütüncülük ve saire gibi küçük sanatlar şeklinde tasavvur etmek lâzımdır.Böylelikle Yalova ve civarı üretiminin nakliyesi en başarılı bir şekilde ve şehrin manzarasını hiç bozmadan kendine özgü bir çerçeve bulmuş olur.Kasabanın imar plânı düzenlenirken 50 senelik gelişimi göz önüne alınmıştır.Nüfus sayısı bu günkünün iki misli olarak kabul edilmiş ve yaklaşık olarak 3500 kişi olacağı var sayılmıştır.
Bölgelerin bölünmesinde, şehrin bu günkü bünyesi korunmuştur. Çarşı ve ticaret yeri olarak Bursa yolu, sahildeki Millet Çiftliği istikametindeki yolun bir kısmı ve kaplıcalara giden yolun köprüye kadar olan kısmı kabul olunmuştur ki,bunlar imar plânında kapalı inşaat tarzında gösterilen yerlerdir.
İskele önündeki büyük meydan, (Cumhuriyet Meydanı) olarak düşünülmüştür.Bunun sağ ve sol tarafında sadece resmi binalar yapılıp deniz kısmı tamamen açık bırakılarak güzel ve muntazam bir şekil verilmeye çalışılmıştır. Yeni yerleşim bölgesi olarak asfalt boyunca kaplıcalara oldukça yakın olan arazi seçilmiştir. Yalova kaplıcalarında tedaviye ve yıkanmaya muhtaç her vatandaş, ailesiyle birlikte halen çok pahalı olan kaplıca otellerinde oturamaz.
Bu önemli sosyal durum göz önüne alınarak, kasabada konforlu ve aynı zamanda ucuz kiralık villalar düşünülmüştür. Bunlar yazlık olarak da kiralanabilir.Otobüslerle sabah akşam, hatta günde birkaç defa, kaplıcalara gitmek burada
27
Atatürk, Yalova’da karşılanırken, 1929 oturanlar için mümkündür. Bu suretle, Yalova kaplıcalarından geniş halk kitlelerinin yararlanması sağlanacaktır.Bu villalarda sükunetin sağlanması için, durumun sağladığı olanaklar çerçevesinde, yolun gürültüsünden uzaklaşmaya çalışılmıştır. Villalar ayrı ayrı gruplar halinde adeta yeşillikler içerisine gömülerek düzenlenmiştir. Bunların arkasındaki bahçeler, yemiş bahçesi olarak düşünülmüştür.Bu villaların arka tarafındaki boş sahaya, şehrin nüfusunu
arttırmak maksadıyla göçmenler yerleştirilecektir. Bunların arasındaki sahalar da oldukça büyük olup sebze bahçeleri
olarak bırakılmıştır. Bu sahada aynı zamanda örnek bahçelerin yapımı da mümkündür.
Bursa, Karamürsel ve kaplıcalara giden otomobillerin durak yerleri, halen çok kıymetli olan sahildeki yerinden kaldırılmıştır. Burası şerefli ve büyük Cumhuriyet Meydanı olarak düzenlenmiş, durak yeri de bu meydanın karşısında ve asfalt yolun diğer tarafına yapılmıştır.Yalova’nın ulaşım açısından geleceği ve gelişimini gayet muntazam bir tarzda düzenlemeye özellikle dikkat edilmiştir.
Asıl yollar ki, bunlar Karamürsel ve Bursa caddeleriyle,kaplıcalar ve köylere giden yollardır. Bunlar Cumhuriyet Meydanı’nda birleştirilmiştir. Yalova’nın esas ve ana damarlarını meydana getiren bu yollar sayesinde, muntazam bir şekilde ulaşım sorunu halledilmiştir. Diğer yollar daha ziyade mesken yolları olup yayalara ait caddeler şebekesinin teşkilâtında ana damarların ikinci derecede yollarla mümkün olduğu kadar az çarpışma husule getirmelerine dikkat edilmiş ve kasabanın ekonomik vaziyeti göz önünde tutularak yol sayısı asgariye indirilmiştir.
Bütün caddelerin genişlikleri ve adaların ebadı yapı yollar kanununa göre tespit edilmiştir. Yalnız kasabanın eski yollarının ekserisini şimdiden lağvetmek imkansız bulunduğundan bunlar yayalara ait gezinti yolları olarak bırakılmıştır. İskelenin doğu tarafındaki mevcut Millet Çiftliği ile kasaba arasındaki sahaya, yine göçmenlere tahsis edilmesi tasarlanan binalar yerleştirilmiştir.Bu bölgenin önündeki adalara deniz tarafında belediyeye bir çok inşaata müsaade edilerek sahipleri tarafından yaptırılmış bulunduğundan adı geçen binaların korunması da ayrıntılı şekilde düşünülmüştür.
Otobüsler için genel garaj, mezbaha ve park yeri için belediyenin sarf ettiği büyük gayretler göz önünde tutularak bu binalar da aynen korunmuştur. Bu güzel yerden daha iyi bir şekilde istifade etmek imkânları olup ileride burada büyük mağazalar ve saire yapmak uygundur.
20 metre genişliğinde kamulaştırılan ve garajlara doğru giden sahil yolu garajdan itibaren 12 metre genişliğinde olarak Millet Çiftliği istikametine doğru uzatılmış ve çiftlik hududu boyunca güney kısmındaki Karamürsel caddesine bağlanmıştır.
Mevcut Yalova deresi batısındaki saha, spor alanı olarak
düşünülmüştür. Bu münasebetle derenin kenarı tamamen
ağaçlandırılmış ve bu yeşil saha, asfaltı geçerek deniz
kenarındaki rıhtım boyunca Cumhuriyet Meydanı’na kadar
devam ettirilmiş ve buradan da kasaba doğusundaki
Millet Çiftliği’ne kadar varan bu ağaçlar denizden Yalova’yı
oldukça seçkin bir şekilde süsleyerek kasabaya bir sayfiye
(yazlık) karakteri vermiştir.
Koşu yeri halen mevcuttur.Yalnız yeni imar plânında
burası lüzumu derecede daha çağdaş bir şekle sokulmuştur.
Mezarlık sahası olarak, köylere giden yol ile dere arasındaki alan kabul edilmiştir. Burası mezarlık olarak seçilirken
ileride kolay bir surette ağaçlandırılabileceği hakkındaki
düşünce en büyük rol oynamıştır.
Hava alanı, deniz uçaklarının da yararlanabilmesi için,
Millet Çiftliği’nin bir kısmı kamulaştırılarak, sahilde yapımı
uygun görülmüştür. Bu arazinin coğrafî durumu itibariyle
düz olması ve rüzgâr istikametine elverişli bulunması hava
alanı olarak tercihine sebep olmuştur.
Yalova İmar Plânı hazırlanırken kasabanın 50 senelik gelişmesini sağlayacak bütün çağdaş şehircilikte memleketimizin sosyal esaslarının tatminine çalışılmıştır.
50 senelik bir müddet zarfında bittabi bir çok yeni
fikirler ve yeni konular, kasabanın ilerideki çıkarları için
ortaya atılabilir. Düzenlenen İmar Plânı’nın esas fikirlerini
bozmadan meydana gelecek bu yeni ihtiyaçlara göre
plânı değiştirmek mümkündür. Çünkü İmar Plânı,
yaşanılan bir zamanın aynasıdır. Ve asıl kıymeti hali hazır karakterine uymasıdır.” 8
29
8) Ahmet Akyol, Atatürk’ün Kenti Yalova, s:24-27
30
Atatürk, Millet Çiftliği’nde mühendislerden bilgi alıyor (3 Eylül 1929)
SELANİK’DE RAPLA ÇİFTLİĞİ’NDEN YALOVA’NIN ÜNLÜ ÇİFTLİKLERİNE
Mustafa Kemal Atatürk’ün çocukluk yıllarına dair anıların konu alındığı kitapların belki de en gözde anektodları çiftlikte yaşadığı zamana
aittir. Selanik yakınlarındaki Rapla Çiftliği’nde geçirdiği sürede doğa ile
iç içe yaşama deneyimi, onun kişiliğini besleyen hümanist yaklaşım ve
bunun duygusal yansıması, ilerdeki yaşamında çocukluğuna dair anlatımlarının arasında kendini göstermiştir.
1929 yılında Yalova’ya ilk geldiği günlerde keşfettiği Baltacı ve Millet
Çiftlikleri onun geçmişine ait doğayla uyumlu yaşamayı sevmesine dair
anılarını yeniden görselleştireceği mekânlardı.
Dönemin Başbakanı İsmet İnönü, Çiftliklerin satın alındığı sıradaki muhalefetini belirttiği anlatımında Mustafa Kemal Atatürk’ün arazileri şahsi
parasıyla aldığına dikkat çeker. “Yalova’da çiftlik almaktan vazgeçmesini söyledim. Dedim ki, yeni bir çiftlik hükümetten yeni külfetler talebidir. Yeni milyonlar demektir. Buna imkân yoktur. Hükümetten bir şey istemiyorum dedi.” 9
Yalova’da Baltacı ve Millet isimleri alarak faaliyet gösteren çiftliklerin
ihtisas alanları olarak kullanıldığını söylemek yanlış olmaz. Baltacı
Çiftliği, zirai sanayinin gelişmesi için kullanılmış, kuşkonmaz, turfanda
sebze bahçeleri ile kent peyzajında kullanılan bitkilerle, meyve çeşitleri
ile bağcılığın gelişmesi sağlanmaya çalışılmıştır. Millet Çiftliği’nde daha
31
9) Ahmet Akyol, Atatürk’ün Kenti Yalova, s:209
32
Atatürk, Millet Çiftliği’nde mühendislerle plan üzerinde tartışıyor (3 Eylül 1929)
çok hububat, Amerikan tipi tavuk yetiştiriciliği, hayvancılık ve zeytincilik konularında ihtisaslaşma sağlanmıştır.
Her iki çiftliğin geliştirilmesinden; Yalova kaymakamı Şevki Bey,
çiftlik müdürü Necati Bey ve veteriner hekim Mehmet Ali Bey’den
oluşan bir kurul görevlendirilmişti. Dönemin İstanbul Valisi’nin çiftlikleri
denetleyenlerden biri olduğu da bilinmektedir.
Mustafa Kemal Atatürk, kentin çağdaşlarıyla eşit düzeye gelmesi için
planlamasıyla uğraşırken, doğal hayatı yeniden solukladığı ve aynı
zamanda bir ekonomik değer olarak şehre kazandırdığı Çiftlikler’i 11
Haziran 1937 tarihinde hazineye bağışlamıştır. 11 Mayıs 1938’de resmiyet
kazanan bu bağışa konu olan arazi üzerindeki taşınmazlara dair kayıtlarda
1930’ların başında alındığından farklı bir portföyle karşılaşılmaktadır. Arazi,
bina, tesisat ve hayvanlar dışında: günde 15 bin litre pastörize süt ve bin
kilogram tereyağı işleme kapasitesinde modern Süt Fabrikası, bir Yoğurt
İmalathanesi, bir Tavuk Çiftliği, iki özel iskele ile liman tesisatı, bir adet
35 tonluk deniz motorundan oluşan liste Mustafa Kemal Atatürk’ün
çiftliklerle ilgili tasarrufunun sonucudur.
DENİZ KIYISINDAKİ BALTACI ÇİFTLİĞİ
Yalova merkezin Batı’sında yer alan 4048 dekarlık alana sahip Çiftlik
1929 yılında Mustafa Kemal Atatürk tarafından satın alınmıştı. Yurt dışından getirilen tohumların ilk kez denendiği tarlalar yanında yabancı ırk
olan Merinos, Sovyetler’den getirilen Karagül (Karakul) koyunları da bu
çiftlikte yetiştirilmiş. Süt ve süt ürünlerinin geliştirilmesi için Avusturya
ve Macaristan’da bu alanda yetişmiş ustabaşılar getirilerek üretim
sağlanmıştı. Gerek tarım gerekse hayvancılık alanında eğitim almış
çalışanların verdikleri eğitimler sonunda yetişen ürünler çiftliklerin
sürdürülebilirliğinin sağlanmasının teminatı olmuştu. Bu noktada Baltacı
Çiftliği, sadece üretim yapılan yer olmanın yanında ziraat eğitiminin
yapıldığı bir okul olma görevi de üstlenmişti.
10) Ahmet Akyol, Atatürk’ün Kenti Yalova, s:215
Mustafa Kemal Atatürk’ün Baltacı Çiftliği’nin geliştirilmesi ile ilgili
düşüncelerini bazı gazetecilerle paylaştığını yine o dönem basılmış
gazetelerde görmek mümkündür. Baltacı Çiftliği, dört bölüme ayrılarak
planlamış, bölümleri birbirinden ayıran su kanalları, tarlaların sulanması
34
Atatürk, Millet Çiftliği’nde İstanbul Valisi Muhittin Üstündağ ile birlikte
düşünülmüş ve ayrılan alanlarda yapılacak tarımın türü belirlenmişti.
Su kanalları Batı’daki örnekler benzeri geniş tutulmuş ulaşım için de
kullanılması düşünülmüştü.11
Yalova Baltacı Çiftliği’nde yetiştirilen ürünlerin İstanbul’un gözde
semtlerinden bazılarında açılan satış mağazalarında halka sunulduğu
bilinmektedir. 12 Mart 1936 tarihli Cumhuriyet Gazetesi’nde yayınlanan
bir ilandan Pangaltı civarında satış mağazası olan çiftliğin özel bir
girişimciye ait olan Kipman Çiftliği mağazası ile karıştırılmaması
konusunda uyarı göze çarpmaktadır. Yalova Çiftlikleri ürünlerinin satışı
Mustafa Kemal’in hayal ettiği gibi İstanbul’da gerçekleşiyordu. Oluşu o
dönem göz önüne alındığında bu ticari sirkülasyonun Yalova’nın ekonomik
hayatını geliştirdiği söylenebilir.
ZEYTİN AĞAÇLARININ GÖLGESİNDE MİLLET ÇİFTLİĞİ
Yalova’nın doğusunda konumlanmış Millet Çiftliği’nin ilk sahibinin Elis Hatun olduğu, onun ölümü sonrası da Mar Yakup Kilisesi tarafından işletildiğine yazılı kaynaklarda rastlanmaktadır. Mustafa Kemal Atatürk Baltacı Çiftliği’ni satın aldıktan kısa bir süre sonra 2/11/1931 yılında 6928 dekar civarı büyüklükte ve bir kısmı bataklık olan araziyi ihale usulü ile almıştır.12
4000 zeytin ağacı… Belki de yaşanmışlıkların getirdiği şahitliklerle gövdeleri biçim değiştirmiş bu zeytinlikteki ağaçların gölgesinde serinlerken çocukluğunun güzel anılarına düşünsel bir yolculuğa çıkmış mıdır bilinmez ama Mustafa Kemal’in, zeytin çeşitliliği yaratmak adına yurtdışından farklı türde fidan getirdiği bilinmektedir.
Millet Çiftliği de tıpkı Baltacı Çiftliği’nin olduğu gibi ziraat eğitimi verilen bir okula dönüştürülmüştü.
35
28 Eylül 1931 tarihli
Cumhuriyet Gazetesi’nde
Baltacı Çiftliği
ile ilgili haber
11) Ahmet Akyol, Atatürk’ün Kenti Yalova, s:215-216
12) Ahmet Akyol, Atatürk’ün Kenti Yalova, s:210
36
İtalya’dan davet edilen ziraat eğitmenleri yörenin
meraklı gençlerini eğitiyor, üstün başarı gösterenler
İtalya’ya ziraat mühendisliği eğitimi almak üzere
gönderiliyordu.
Baltacı ve Millet Çiftlikleri, bir yandan yeniden inşa
edilen Yalova’nın tarım ve hayvancılık konusunda
gelir kaynaklarından birini oluştururken diğer taraftan da eğitim kurumu gibi faaliyet gösterilmesiyle
çağdaşlarından çok farklı bir misyon yüklenmişti.
Üretirken öğrenmek, öğrenirken ekonomik katma
değer yaratmak.
Dönem teknolojisinin yeniliklerinin denendiği bu
çiftliklerle ilgili yine Yalova Kaymakamı Şefik Soyer’in
oğlu Dündar Soyer’in Millet ve Baltacı Çiftlikleri’ni
anlattığı anılarına bir göz atalım:
“Atatürk Yalova’ da sahil şeridinde olan iki çiftlik de sat›n
alm›şt›. Bunlardan birisinin ad› Millet, diğerininki de Baltac›
Çiftliği olarak adland›r›lm›şt›. Bu çiftliklerin yönetim, denetim ve kontrolünü de babam üstlenmişti.
Atatürk’ün şahsi mal› olan bu çiftliklerin bütün giderleri
şahsi hesab›ndan karş›lan›rd›. Hat›rlar›m; harcamalar için
ihtiyaç duyulduğunda Atatürk’ün bankadaki hesab›ndan para
çekmek gerekirdi. Atatürk bankalardan para çekme yetkisini babama vermişti. Babam› da zaman zaman ona ait
çekleri imzalarken görürdüm. O zaman bu kağ›t parças›
çeklerin ne anlama geldiğini bilmiyordum. Ama iş hayat›na
at›ld›ğ›mda bunlar›n ne kadar önemli olduğunu gördüm.
Kapl›calardan kasabaya, dolay›s›yla denize inen ağaçl›kl›
yolun sağ›ndaki çiftlikte, modern tar›m›n bütün incelikleri uygulamaya konmuştu.
37
Atatürk, heyecanla Baltacı Çiftliği’ndeki çalışmaları anlatıyor.
Sol baştaki Fahrettin Altay Paşa’dır.
63
Çiftliklerde üretilen süt, İstanbul’da piyasaya sunulmak üzere şişelenirken
38
63
Atatürk, Baltacı Çiftliği’nde
39
1930’lu y›llarda tavukçuluk alan›nda gerçekten teknolojik ilerlemeler kaydediliyordu. Avrupa’dan getirilen kuluçka makinelerinde, suni yollarla yumurtadan
civciv ç›kar›l›rd›. Tavuk ve yumurta üretiminde görülmemiş bir h›z kazan›lm›şt›.
Sütçülük alan›nda da teknolojik gelişmeler uygulamaya konmuştu. Ben ilk defa
pastörize sütü orada tan›d›m. Yalova’da haz›rlanan pastörize süt ve tereyağ›
burada, ambalaj makineleri ile paketlenir, şişelenir, kutular, şişeler ‹stanbul’a
gönderilirdi.
O y›llarda ‹stanbul sosyetesi Pangalt› çevresinde otururdu. Avrupa ile yak›n
ilişkileri olan ve Avrupa hayat›n› yak›ndan bilenler, Atatürk’ün çiftliğinden
üretilen bu ürünleri kap›ş kap›ş al›rlard›.
Türkiye’de ilk kez pastörize tereyağ› ve süt, günlük hayat›m›za böylelikle Atatürk,Millet Çiftliği’nde çalışmaları kontrol ediyor girmiş oluyordu. Ayr›ca sebze türleri ile ilgili olarak da ileri çal›şmalar yap›l›yordu. Ben “kuşkonmaz” denen sebzeyi daha o tarihlerde, küçücük yaş›mda tan›m›ş ve zevkle yemeye başlam›şt›m. Sebze kültüründeki bu başlang›ç, beni etkilemişti.
Bat›klar›n zengin sofralar›nda hâlâ kullan›lan kuşkonmaz, benim de art›k en çok sevdiğim, vazgeçemediğim yemeklerden birisi oluyordu.
Yalova’daki çiftlikler bir laboratuar düzeni içinde çal›ş›rlard›. Çiftliklerin baş›na da tar›m tahsilini ‹talya’da yapm›ş Nizamettin ve Necati Turgay kardeşler getirilmişlerdi. Çiftliklerin teknik yönlerini bu iki değerli insan yürütürdü. Ben onlar›n
davran›ş ve kibarl›klar›ndan etkilenirdim.” 13
13) Dündar Soyer, Cumhuriyet’le Adım Adım Olaylar, Anılar… s:46-47
41
Atatürk,
Millet
Çiftliği’nde
ziyaretçileriyle.
Fotoğraftaki
çocuk
Dündar Soyer’dir.
42
Atatürk, Millet Çiftliği’nde misafirleriyle birlikte
43
YALOVA,
ÇEVRE DUYARLILI
ĞININ
TARİHE GEÇTİĞİ KENT
Mustafa Kemal Atatürk’ün Ege kıyısında konumlanmış bir sahil kentinde geçmiş çocukluğu düşünüldüğünde onda ki su ve deniz tutkusunu
anlamak zor olmaz. Uygarlık Tarihi’nin en önemli medeniyetlerinin
mutlaka bir su kaynağı yanında ya da çok yakınında şekillenmiş oluşu ise
bir tesadüf değildir. Su Kültürü, medeniyetleri şekillendiren, toplumları
eğip bükerek biçimlendiren, onların, sosyo-kültürel, ekonomik ve düşünsel anlamda ilerlemesine ivme katan bir özelliğe sahiptir. Su yakınında
kurulmuş medeniyetlerin diğerlerine nazaran daha farklı değerlerle
bezeli oluşu bir tesadüf değil aksine suyun saf, doğal, saydam oluşunun
ve hatta ırmak, göl, deniz gibi geniş alanlardüşünüldüğünde yeşil, mavi
ve beyaz renkleri yansıtışının o topraklarda doğup büyüyenler üzerindeki
etkisi açıktır. Mustafa Kemal Atatürk, Su Kültürü’nün kişilik özelliklerine
yansıyışını yeniliğe olan tutkusu, varolanı geliştirme becerisi ve hayatı
okuyuşuyla göstermiştir.
Su Kültürü insanı doğa ile barışıktır. Denizi, ırmağı, gölü sever… Kıyısında
dinlenir. İçine girer yüzer. Hepsinden önemlisi korur. Su Kültürü insanı
toprağı sever. Suyun toprağa yeterince karıştığında doğanın mucizevi
44
yaratım gücünün görsellerine dönüşen ağaçların, bitkilerin, binbir renk
ve kokudaki çiçeklerin, şifalı ot ve meyvelerin hayatın ayrılmaz parçaları
olduğunu bilir, korur ve üretir. Yaşadığı yeri su ve toprağın kendine
sunduklarına sahip çıkarak bezer. Mustafa Kemal de bu kültüre ait
olmanın kişiliğine kazandırdığı özellikleri Yalova’nın imarında, bu
kentin bir “Su Şehri” olması yönünde kullanmıştır.
Yalova’da üretime kazandırdığı çiftliklerin yanısıra, kentin peyzaj
düzenlemesi ile bizzat ilgilendiğini o döneme ait çeşitli yazılı kaynaktan
öğrenmek mümkün. Kentin planlamasını yaparken Yalı ve Karamürsel
Caddeleri’ni ağaçlandırmış, ana aksı kesen Gazi Paşa caddesini ise her
45
Atatürk,
Samanlı
Deresi’nde
gezintide
iki yanına çınar ağaçları diktirerek doğal bir tünel gibi tasarlamıştı. “Çınarlı
Hıyaban”14 olarak adlandırılan bu yol Batı’da örneklerine sıklıkla rastlanan ve kent dekorasyonunda kullanılan bir peyzaj elemanıdır. Yalova
İskelesi’nden başlayarak Termal’e dek devam eden bu güzergâh yine
çeşitli hatıratlarda bahsedildiği gibi Mustafa Kemal Atatürk’ün içinden
geçerek seyahat etmekten en çok zevk aldığı yoldur. Doğu Çınarı, yani
Latince ismiyle Plantonus Orientalis’in sağlı sollu dikildiği yeşil rengin tonlarının gün ışığı ile sürekli değişerek süprizler hazırladığı bu güzergâhın
ağaçları Yalova’nın Teşvikiye ve Kocadere köylerinden sağlanmıştır.
Kayıtlara göre Baltacı Çiftliği’nden Termal Kaplıcaları’na dek 12 km boyunca çapraz olarak dikimi gerçekleştirilen çınarlı yolda 2250 ağaç vardı. 1
Eylül 1930 tarihli güncedeki not Mustafa Kemal Atatürk’ün Yalova’daki
46
İki yanına çınar
dikilmiş
“Çınarlı Hıyaban”
14) Ahmet Akyol, Atatürk’ün Kenti Yalova, s: 28-29
peyzaj düzenlemelerini bizzat takip ettiğini belgeler niteliktedir. “1 Eylül
pazartesi günü Yalova’da günlük program şekline gelen gezi ve dinlenmelerin dışında çevre ilçelerden ziyaretçileri kabul etti. Halka açılan yeşil
alanları ve genel havuzu incelediler.”15
Ağaçların bakımı rutin şekilde yapılıyor, üzerlerine tek bir çivi dahi
çakılamıyor, pano asılamıyor. Eğer mutlaka bir şey yapılması gerekiyorsa
Mustafa Kemal Atatürk’ün Yürüyen Köşk’ün yapımında söylediği gibi
“Ağaçlara dokunmadan” gerçekleştiriliyordu.
Yürüyen Köşk’ün bahçesindeki çınar ağacının yine Mustafa Kemal
Atatürk’ün ifadesiyle; “ızdıraptan kurtarılma” hikayesi Yalova’nın çevre
duyarlılığı konusunda tarihe geçmiş belki de tek kent oluşunun nedenidir.
47
15) Ertuğrul Zekai Ökte, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün Yurtiçi Gezileri (1922-1938), s: 641
Atatürk,
Yürüyen Köşk’ün
yanında
kestirmediği çınar
ağacının gölgesinde
dinleniyor
Yürüyen Köşk’ün hikayesini dönemin tanıklarından
Dündar Soyer’in anlatımından öğrenelim:
Babam, Atatürk’ ün Yalova’ya gelişlerinde konaklamak ve
deniz hasretini gidermek için küçük bir konaklama ünitesi
düşünür. Karamürsel’ e mücavir olan Baltacı çiftliğinde
düzayak dikdörtgen biçiminde, iki katlı küçük bir bina
yapılır. Zemin katı tamamen bir salon, üst katta ise bir
yatak odası, önünde bir terası olan bir binacık.
Binacık diyorum, daha sonraları zenginlerin, hatta
devlet büyüklerinin şatafatlı binalarını gördükçe Atatürk’ün
ne kadar mütevazi, hoşgörülü, ne kadar toplumla iç içe bir
kişiliğe sahip olduğunu düşünürüm. Atatürk başkalarından,
farklı, şaşaalı bir hayata hiçbir zaman özenmemiş, bu
özelliğini de bütün hareketleriyle göstermiştir. Toplumuyla
bütünleşerek, onunla uyum sağlayan bir hayat felsefesinin
örneklerini, yaşamı boyunca gözlerimizin önüne sermiştir.
Atatürk, yazın sıcağından kurtulmak için, zaman zaman
kaplıcalarda yaptırdığı köşküne gelirdi.
Yoğun çalışmalardan kısa süre uzak kalarak buralarda
belki de biraz huzur arardı.
Bir gün, Baltacı çiftliğini ve oradaki çiftlik yaşamını
görmek için arkadaşlarıyla birlikte Yalova’ya gelir. Evinin
etrafında dolaşırken duvarlardan birinin hemen dibinde
dikkati çekmeyen küçük bir çınar fidanı görür. Büyümekte
olan bu çınarın, doğası çok rüzgârlı olan Yalova’nın esintili
havasında, binanın terasına çarpa çarpa yaralandığını ve
zedelendiğini fark eder. Ağaca olan sevgisi kendisini üzer
ve konuyu yanındakilere duygusal kelimelerle dile getirerek
sorar: “Bu ağacı kurtarmak için ne yapalım acaba?
Arkadaşlarının bir kısmı ağacının yaralanan yerini
çuvalla sarmayı ve bağlamayı önerir. Birisi de ağacı kesmeyi teklif eder, Atatürk, yanındakiler sanki hiç bir söz söylememişler gibi, kendi sorusuna şu yanıtı verir;
“Bu binayı buradan çekelim ve ağacı kurtaralım.”
Atatürk, doğaya olan, ağaca olan tutkusunu, sevgisini
48
Yürüyen Köşk’ün çekilme
çalışmalarını yürüten mühendis ve ustalar
49
Atatürk,
Yürüyen Köşk’ün
çekilme
çalışmalarını
izliyor,
Sağdaki çocuk
anıları aktaran
Dündar Soyer.
Atatürk,
çalışmaları
izlerken
böylece etrafına anlatmış olur.
Derhal mühendisler, mimarlar çağrılır ve yapılacak iş saptanır. Binanın
uzantısına yeni bir temel hazırlanır ve eski bina, temellerinden açılarak açığa
çıkartılır. Kısa aralıklarla alt tarafa borular döşenerek, bina bir caraskalla yavaş
yavaş, santim santim çekilir ve yeni temellerin üzerine oturtulur. Böylece binayla
ağaç arasında oldukça yeterli bir mesafe kazanılır ve ağaç kurtarılmış olur.
Ancak bu çekme işi pek kolay olmamıştı. Bu iş için üç gün süreyle uğraşıldı.
Atatürk, bu üç gün boyunca binanın çekilme işlerine bizzat nezaret etti. Çalışmalar
tamamlanıp bina yeteri kadar çekildikten ve ağaç kurtarıldıktan sonra adeta bir
çocuk gibi sevinen Atatürk’ ün dudaklarından; “Oh nihayet ağacı ızdıraptan
kurtardık” sözleri döküldü.
50
Atatürk,
Yürüyen Köşk
çalışmalarını
izlemek için
Millet Çiftliği’ne
geliyor,
8 Ağustos 1930
Atatürk’ün o andaki mutluluğu ve etrafına vermek istediği mesajı yanındakiler anlamıştı. Ben de çocukluğumda yaşadığım, o zamanlar pek değerlendiremediğim bu olayı, daha sonraları etraflıca düşünmüş ve hayatımın ders alınacak en
güzel anılarından biri haline getirmiştim.
Atatürk’ün davranışı, milletine vermiş olduğu öğütlerle doluydu. Ben, zaman
zaman yanında bulunma mutluluğunu yaşadığım sıralarda Onu daha iyi anlıyor
ve kendisine duyduğum hayranlık giderek büyüyor, büyüyor büyüyordu.
Onun ufacık iltifatları, sevgi dolu bakışları beni hayal ve rüyalar ülkesine
götürürdü. Saadetin sonsuz zevkine ulaşırdım.” 16
51
Atatürk,
Yürüyen Köşk’ün
yürütülme
çalışmalarını
izliyor
16) Dündar Soyer, Cumhuriyet’le Adım Adım Olaylar, Anılar… s:48-49
YAKIN DOST FOKS’LA TANIŞMA
Mustafa Kemal Atatürk’ün Yalova fotoğraflarının bir çoğunda kadraja
takılmış görüntülerden biri de köpeği Foks’a aittir. Onu tanıyanların
anılarındaki anlatımlarından atları çok sevdiği bilinen Mustafa Kemal’in,
köpekleri de en az at kadar benimseyip sevdiğini öğreniyoruz.
Yalova’da karşılaştığı gün hayatına giren Foks’un onun hayatına
girmiş bilinen üçüncü örnekti. İlk köpeği Alp’in, Birinci Dünya Savaşı
sırasında onunla birlikte olduğu, daha sonra Kurtuluş Savaşı yıllarında
ise Yunan komutanlarından birine ait Alber isimli av köpeğini sahiplendiğini Cemal Granda’nın o günleri anlattığı anılarında buluyoruz:
Mustafa Kemal’in Foks’la karşılaşması Granda’nın anılarında şöyle
anlatılıyor:
“…Foks adında bir köpeği daha vardı. Yalova’da hâlâ banyolarda seyyar fotoğrafçılık yapan Haşan Efendiden 50 liraya satın almıştı. O zaman 50 lira oldukça önemli bir paraydı. Atatürk bir sabah gezintisinde seyyar fotoğrafçının sehpasının ayakları arasında yatan köpeği görünce sordu:
«Bu köpek senin mi?»
Fotoğrafçı birden ne yapacağını şaşırdı. Hemen toparlanarak:
52
Atatürk,
otomobilde
köpeği Foks ile
Yalova’da bir gezide
«Evet Paşam,» diye karşılık verdi.
«Çok güzel bir şey…»
Atatürk’ün köpeğiyle ilgilenmesi üzerine fotoğrafçı Haşan Efendiye cesaret
geldi:
«Çok beğendiyseniz size hediye edeyim Paşam,» dedi.
Köpek o zaman yavruydu. Asil falan değil, bayağı bir sokak köpeğiydi. Ama
tüyleri çok güzeldi. Atatürk bir daha hayvana dikkatle baktıktan sonra
yanındakilere:
«Bu adamı memnun ediniz,» dedi.
Böylece fotoğrafçının köpeği Foks, Atatürk’ün köpeği oldu. Foks aşağı, Foks
yukarı derken hayvan büyüdü. Adının nereden geldiğini, kimin taktığını pek hatırlayamıyorum. Foks, uzun süre köşkte kaldı. Bir cumhurbaşkanı köpeği olarak
hayatta kendi cinslerinin hiç birine sahip olmayan rahat ve mutlu bir yaşantı
sürdü.
Foks, Atatürk’ün yatak odasında yatardı. Karyolasının ayak ucunda onun için
diktirilmiş özel bir minder dururdu. Atatürk sabaha karşı yatağına girene kadar
Foks da uyumaz, O’nu bekler, ancak sahibi yattıktan sonra mindere kıvrılırdı. Çok
sadık, çok duygulu bir hayvandı.”17
Foks’un ölümü de diğer iki köpeği Alp ve Alber’in kaybında olduğu gibi
Mustafa Kemal Atatürk’ü derinden sarsmıştı.
53
17) Cemal Granda, Atatürk’ün Uşağı İdim, s:193-195 Hürriyet Yayınları 1973
Atatürk,
bir yurt gezisinde,
köpeği Foks hemen
önünde
54
RESMİ SAYFİYE YALOVA’DA
ÜÇ EV, TEK YAŞAM
“…Yalova’nın seçilişi bir çınar ağacının çekici görüntüsü ile olmuştur.”
Mustafa Kemal Atatürk’ün manevi kızı Afet İnan’ın anılarında dikkat
çeken bu anlatımı Gazi’nin bu küçük kente ilgisinin başlangıcıydı.
Gelecekte de “Yalova benim kentimdir” ifadesinde tanımlanan sevgiye
dönüşecekti. Yalova’ya olan bu sevgisi kenti, O’nun üç ikametgâhı
olduğu tek yer haline getirdi.
DALGALARIN SESİNİ DİNLERKEN UYUMAK:
BALTACI KÖŞKÜ
Yalova sahil şeridinin en batı ucunda yer alan büyük çiftlik arazisi üzerindeki iki katlı kâgir bina Baltacı Çiftliği Köşkü’dür. Bazı kaynaklarda 19.
Yüzyıl sonuna tarihlenmiş olsa da kesin yapım tarihi bilinmemektedir.
Osmanlı tebaası Elis Hanım’dan Mar Yakup Kilisesi Vakfı’na kalan Baltacı
Çiftliği arazisi üzerindeki iki katlı kâgir yapı Mustafa Kemal Atatürk’ün
direktifiyle onarımdan geçirilmişti. Deniz kıyısında konumlanan çiftliklerin az olduğu düşünüldüğünde burası aynı işlevi gören çoğundan farklı, bir sayfiye evi niteliği de taşımaktaydı.
Mustafa Kemal Atatürk’ün, köşkte kaldığı süre içinde, kıyısına
demirlemiş motor ile Yalova sahil şeridinde gezintiye çıktığı, dost
kabullerini yaptığı, belki denize girip yüzdüğü ancak en fazla da
çiftlikte yetiştirilen ürünlerin olduğu zirai alanlarda çalıştığı bilinir.
55
56
Atatürk, Termal’deki köşkte ziyaretçileriyle birlikte
57
58
Termal Atatürk Köşkü, yıl 1933
TERMAL’DE BİR KÖŞK HİKAYESİ
Mustafa Kemal Atatürk’ün Termal’i ilk görüşü Yalova’ya geldiği ilk gün
gerçekleşmişti. 19. yüzyıl Art Nouveau mimari özelliklerinin görüldüğü
irili ufaklı köşk yapılarıyla doğal bir vadi içerisine konumlanan Termal,
ağaç dokusu ve şifalı su kaynağı ile ilgisini çekmiş, birkaç gidiş gelişi
sonrasında burada kendisi için bir köşk yapılmasını istemişti. Köşk’ün
yapımı tamamlanana dek 19. yüzyıl yapısı olan Yaveran Köşkü’nü
onarımdan geçirtip burada konaklamıştı.
11 Eylül 1929’da yapımı tamamlandığı bilinen ilk köşk tek kat olarak inşa
edilmiştir. Alışılagelmişten uzak mütevazilikte inşa edilmiş bir devlet
başkanı konutu olan Köşk’ün iç tefrişatının büyük titizlikle ve ince bir
zevkle yapıldığı dönemin ünlü gazetecisi Yunus Nadi’nin anılarında
rastlanmaktadır. Nadi’nin Köşk’ü kendilerine bizzat gezdiren Mustafa
Kemal’in yeni ve mütevazi ikametgâhı ile ilgili fikrini öğrenmemizi
59
Atatürk, Köşkün
balkonunda
misafirleriyle.
Soldan üçüncü
Yunus Nadi
sağlayan anlatımı şöyledir; “İşte Türkiye Reisicumhuru’nun buradaki
salonu… Burada, ecnebi (yabancı) sefirleri (elçileri) ve misafirlerimi kabul
edemez miyim? diye sordular. Orada kabul olunacak bir ecnebi sefiri
(yabancı elçi) muhakkak herhangi bir sarayın en mükellef (çok resmi,
mükemmel şekilde yapılmış olan) salonunda kabul olunmuş olmak
hissiyatı ile meşum (dolu) olacaktır. Belki ondan da fazla…” 18
Mustafa Kemal’in Termal’de ikametgâh olarak kullandığı ikinci köşk
yapısı ise 30 Haziran 1930 tarihinde tamamlanmıştır. Yaşam ve çalışma
alanları kurgusu açısından ilkine göre daha profesyonel tasarlanmış Köşk
ilerleyen dönemde Türkiye Cumhuriyeti için önemli kararların alındığı
mekânlardan biri olacaktır.
60
18) Ahmet Akyol, Atatürk’ün Kenti Yalova, s:199-200
Yalova Kaplıcaları
kartpostalı, yıl 1935
ÇINAR GÖLGESİNDE YAŞAMAK:
YÜRÜYEN KÖŞK
“Gazi Hazretleri’nin Yalova Millet Çiftliği’nde inşa edilen köşkü ikmâl
edilmiştir”. 13 Eylül 1929 tarihli Cumhuriyet Gazetesi’nde yer almış bu
haber, Mustafa Kemal’in aylar önce kıyısından geçerken görüp vurulduğu
çınar ağacı gölgesinde kalan köşkün inşasının tamamlandığını vurguluyordu. 21 Ağustos 1929 günü İstanbul’dan Bursa’ya gitmek üzere
hareket ettiği Ertuğrul Yatı, Yalova İskelesi’ne yanaşmak üzereyken
dikkatini çeken bu ulu çınar ağacının hemen yanında yapılmasını istediği
köşk 22 gün sonra kullanıma hazırdı. Ancak köşke gelecekteki ününü kazandıran onun doğu istikametinde birkaç metre kaydırılması olacaktı.
Köşkü kullanmaya başladığı ilk zamanlarda yapının hemen yakınındaki
çınar ağacının Köşk çatısına vuran dalı binaya zarar vermeye başlayınca
çalışanlar konuyu Mustafa Kemal Atatürk’e iletip kesmek için izin
istemişler. Ancak Mustafa Kemal bu öneriye karşı çıkmış ve binanın
kaydırılmasına karar vermişti. Görev İstanbul Belediyesi’nindi.
61
Millet Çiftliği’ndeki
Yürüyen Köşk,
1930’lar
62
63
Önce, bina çevresindeki toprak büyük bir dikkatle kazılarak, temel
seviyesine inilmiş. İstanbul’dan getirilen tramvay rayları, binanın
temeline yerleştirilmiş ve yapı bu kızaklar üzerine oturtulmuştu.
Mustafa Kemal’in zaman zaman çalışmaları izlediğini o günlere ait
yazılmış hatıratlardan ve gazete haberlerinden öğreniyoruz.
Dönemin Paris Büyükelçisi Fethi (Okyar) Bey’in ziyareti sırasında
gözlemlerini aktardığı sözleri köşkün hareket ettirilmesi sırasında yaşanan
meşakkatli çabayı anlatmaktadır:
“…24 Temmuz 1930 günü öğleden sonra Gazi, beni otomobille
Yalova’daki çiftliklerini gezdirdi. Araziyi, yapılan binaları ve altına kızaklar
Atatürk,
Yürüyen
Köşk’ün
çekilme
çalışmalarını
izliyor
konarak bir küçük köşkün
mevkiini beş on metre
değiştirmek için nasıl çalışıldığını gördük.
Sonra köşkün yanında
kurulmuş olan eski sultanlara
ait iki güzel çadırın içinde
istirahat ettik. Çadırların her
biri nefis sanat eseri idi. Biraz
istirahattan sonra, otomobil ile
Yalova kaplıcalarına döndük.”19
7 Ağustos 1929 Perşembe
günü İstanbul Şehremaneti
Fen Heyeti (Belediye Fen
İşleri) içinde mimar, mühendislerin olduğu bir grupla
Yalova’ya gelmiş köşkün yürütülmesi sırasında hazır bulunmuşlardı.
8 Ağustos’ta başlayan yürütme işlemi iki gün sonra binanın 5 metre
kaydırılmasıyla sonlanmış. Köşk yıkılmaktan, çınar ağacı kesilmekten
kurtulmuştu.
Yürüyen Köşk, o ulu çınarın gölgesinde kalmış kâgir yapı, içinde
yaşanacak onca anı için Mustafa Kemal Atatürk’ün Yalova’daki üçüncü
evi olmaya hazırdı.
64
19) Ahmet Akyol, Atatürk’ün Kenti Yalova, s:84-85
ŞİFALI SULARIYLA
TERMAL KAPLICALARI
Roma’dan Bizans’a, sonrasında Osmanlı’ya dek Termal… Topraktan
fışkıran bir abıhayat… Bu şifalı su kaynağı keşfedildiğinden bu yana
ressam fırçasından hayat bulmuş manzara resimleri kadar kusursuz
doğasıyla her dönemde ilgi çekmişti. Romalılar’ın Avrupa’nın içlerinden
batıda Büyük Britanya’ya, doğuda ise İran’a dek hüküm sürdüğü topraklar
üzerindeki doğal kaynakları keşfedip, sağlık sunan hamam yapılarıyla
donattıkları bilinir. Bytinia’nın Pythia Therma’sı da benzer şifalı hamamları
yüzyıllar boyunca kullanılmış, Samanlı Dağları arasında etrafı ormanlarla
çevrili doğal bir vadide konumlanmıştı.
19 yüzyılda dönemin Osmanlı Sultanı Abdülhamid tarafından renöve
ettirilen eski hamam ve eklenen yeni köşklerle dönemin üslup özelliklerini yansıtan Termal, Dünya Savaşı yıllarında bakımsızlıkla baş başa
kalmıştı. 1929 Ağustosunda Mustafa Kemal Atatürk’ün ilk ziyaretiyle
birlikte dünyanın tanıyacağı bir sağlık merkezi olması planlanan yeni bir
misyon yüklenmiş geçmişten farklı, Cumhuriyet’in baştan imar ettiği
yerlerden biri olmuştu.
Atatürk’ün Yalova’yı ve Termal’i 1929 öncesinde gelmemiş olsa da ilk
kez duymadığı, Termal hakkında bilgi sahibi olduğu bilinmektedir.
TBMM’de Yalova-Termal konusu zaman zaman gündeme gelmiş, hatta
Atatürk, Termal’le ilgili bazı kararnameleri imzalamıştı.20
65
20) Ahmet Akyol, Atatürk’ün Kenti Yalova, s:219-220
Mustafa Kemal’in Termal’i
ilk görüşünde 1918 yılında bir
süre konakladığı ve Karlstad
Günlükleri’ni kaleme aldığı
Karlovy Vary’i anımsamış
olduğunu düşünmek hayalcilik sayılmaz. Zira Termal
doğal yapısı ile günlüklerin
konusu olan Karlovy Vary’yi
andırmaktadır. Mustafa
Kemal için doğal konumu
nedeniyle benzerlik taşıması
dışında tesis ve işletme anlayışı ile çok geride bulduğu
Termal’i yeniden yaratmak,
Avrupa’nın popüler kaplıcaları arasındaki yerini alması
gerektiğini düşündüğünü
hissetmek zor değil.
Mustafa Kemal’in Termal
ile ilgili düşünceleri o günlerin gazetelerinde gecikmeden yer bulmaya
başlamıştı. 13 Eylül 1929 günü Yalova’ya giden Cumhuriyet Gazetesi
Başyazarı Yunus Nadi’nin gözlemleriyle ilgili aktardıkları da O’nun bu
hassasiyetini yansıtmaktadır: 21
“…YALOVA’DA YENİ BİR ÂLEM VÜCUDE GELDİ
… Reisicumhur’un Yalova ikâmetgâhını çerçeveleyen ormanlı dağları, herhangi bir sarayın etrafında bulundurmak her saraya nasip olacak bir şey değildir.
Ya o su, ya o Yalova Kaplıcalarının suyu…
Buna sadece Abıhayat denilse yeridir.
İnşaat devam ediyor, tanzim ve tertip işleri etrafında yoğun bir çalışma dalgalanıyor. Daha yukarıda parklar meydana gelmiş ve onun yanı başında büyük
66
21) Yunus Nadi, Cumhuriyet, 14 Eylül 1929
ve vakur bir gazino yer almış.
Yakın zamanda bunların, bu
türlü inşaatın sayısı onlarla,
yüzlerle devam edecek. Özetle, Yalova Kaplıcaları ile
Avrupa’nın en tanınan SU
YERLERİ’ne rekabet edecek
yepyeni bir dünya meydana
gelmektedir.
İstanbul’un hemen hemen
içinde denilecek kadar yakınında olan bu nura nur (daha
iyi/daha aydınlık) ve feyzafeyz
(bolluk) âlemin keşfolunup
meydana çıkarılması da
Gazi’ye borçlu olduğumuz
işte ortada apaçık bir hakikattir.”
Aynı günlerde Termal’de
olan Abidin Daver’in
tespitleri de Yunus Nadi’-
den farklı değildi:
“…Birkaç gün evvel
Yalova’ya gittim ve kaplıcalardaki baş döndürücü faaliyeti
yakından gördüm. 5-10 gün
içinde, bakımsız, metruk bir
harabeden yepyeni bir
mamure çıkaran bu takdire
şayan faaliyeti hayret ve takdirle seyrettim.” 22
İstanbul’un ünlü bahçıvanlarından Pandelli 1929
yılı tamamlanmadan Ter67 22) Abidin Daver, Cumhuriyet, 14 Eylül 1929
mal’de park ve bahçelerin bakımından sorumlu olarak göreve başlamıştı. 40 yıldan fazla süre bu görevi yürüten Pandelli Usta’nın o günleri
anlatımı Termal’in yeniden yapılanmasının kısa hikayesi gibidir.
“Atatürk, beni Seyr-i Sefain’in Topkapı Bahçesi’nde çalışırken gördü, yetiştirdiğim çiçekleri beğendi. 1929 yılında beni Termal’e aldırdı. Ben geldiğimde
buraları domuz yatağı idi. Atatürk sık sık gelir, sigara paketinin arkasına bahçenin plânlarını kendi eliyle çizer, hangi ağacın nereye geleceğini işaret ederek
gösterirdi.
Atatürk, çiçeğe çok meraklıydı. Kışın bile gelir, ormanı dolaşırdı. Buranın
tabiat güzelliğine aşıktı. Bütün çiçekleri severdi. Hatta kır çiçeklerini toplar ve
yakasına her gün papatya takardı. Köylülerle, işçilerle ve askerlerle halkın
geçimini ve idarenin gidişini konuşmaktan hoşlanırdı. Dert dinlemekten ve
herkese faydalı olmaktan zevk alırdı. Her işi kendi gözü ile görürdü. Kibir diye
bir şey bilmezdi. İnandığı işlerde emirleri açık ve netti. Gönül almasını, teşvik
68
Termal’de
Kurşunlu Hamam
Havuzu, 1933
etmesini bilirdi.
Termal Oteli’nin karşısında her günün tarihini taze çiçeklerle
yazardım. Elimizde
çiçekle yetiştirilmiş bir
ayın rakam ve harf saksıları vardı. O ayın harflerini ve günün rakamını saksılarla aynı yere
sabah gömdüğümüz ve
saksılarla da toprak
içinde kaldığı için ay ve
gün sayısı, o gün yerden bitmiş gibi görünürdü.Bu gün, Atatürk
Çiçeği diye bilinen bir
çiçek vardır. Hani ecnebilerin Ponsetya dedikleri… Yılbaşında kırmızı
kırmızı açan çiçek… İşte
onu da Atatürk çok severdi. Ben de, burada, bu çiçekten bol bol yetiştirdim ve
adını Atatürk Çiçeği koydum. Bu hareket onun çok hoşuna gitti.
Atatürk, kapalı alanları, kapalı yerleri sevmezdi. Girerken camekânlı bir sera
vardır. Burası kaloriferli olduğu için bütün çiçek fideleri burada yetişirdi. Bu
seranın etrafında ağaçlar vardı. Atatürk her geldiğinde, hep aynı ağacın altında
oturur ve buradan emirler verirdi. Bu ağaç, Atatürk öldükten sonra birden
kurudu. Çok üzüldüm. Ağacı elli santim yüksek keserek kökünü sandalye olarak
kullandım. Ölümünden sonra, ben de bu kuru kütük sandalyeye oturarak kendime
kumanda yeri yaptım.” 23
Pandelli Usta’nın yetiştirdiği ve adını Atatürk Çiçeği koyduğu,
Mustafa Kemal’in en çok sevdiği çiçekle ilgili bilgi bir çok kaynakta
doğrulanmaktadır.* Mustafa Kemal’in Termal’de kaldığı süre içerisinde
69
23) Ahmet Akyol, Atatürk’ün Kenti Yalova, s:33-34
* Doç. Dr. A. Bayçın Korkut, Çiçek Yetiştiriciliği
bahçelerin bakımını bizzat izlediği dönemin tanıklarının anlatımlarında
rastlanır. Gökçedere Köyü’nden Salih Görür’ün söyledikleri O’nun
Termal’de olup bitene ilgisinin göstergesidir:
“Atatürk, Köşkün bahçesinde oturuyordu. Biz de bahçevanlar çiçekleri
suluyorduk. Atatürk’e su gitmesin diye hortumu kırıp aşağıya doğru çektim. O
sırada Atatürk beni çağırdı. “Hortumu kırma oğlum. Onlar Almanya’dan
getirildi. Hepimizin parasıyla alındı” dedi. Daha sonra yaşımı, nereli olduğumu
sordu. Atatürk Türkçemi beğendi ve bana “Sen Türkçe’yi nerede öğrendin?”
dedi. Ben de “Anneannem İstanbullu. O’ndan öğrendim Paşam” dedim.” 24
70
24) Aydın Akan, Her Yönüyle Termal İlçesi, “Salih Görür – Gökçedere”,s: 56
Termal’de
Kurşunlu Hamam,
1933
9 Aralık 1929’da Anadolu Ajansı gece bülteninden edinilen bilgiye
göre Termal Kaplıcaları’nın son durum tesbitinde kısa sürede
kaydedilen aşama dikkat çekmektedir:
“Üniversite profesörlerinden Cevat, Ligor ve İhsan Beylerden kurulu bir
heyetin yaptıkları son araştırmalarda Yalova kaplıcalarındaki radyoaktivitenin
geçen yıla göre bir misli arttığı görüldü. Bu durum dünya kaplıcalarıyla
kıyaslandığında birinci derecede sağlığa yararlı olduğu anlaşıldı. Halk Yalova
kaplıcaları ve tesislerine büyük ilgi göstermekte ve görülen ve görünen talebe
göre gelecek ilkbahardan itibaren Türk ve yabancıların bölgeye ve kaplıcalara
önemli şekilde isteklerinin artacağı anlaşılmaktaydı.
71
Kurşunlu
Hamam
kapalı havuzu,
1933
72
Ana su kaynağı üzerine inşa edilmiş su yapısı (sebil)
73
Sedye ile getirilen hastaların on beş gün sonra yürüyerek Yalova’dan
ayrılmakta oldukları biliniyordu. Cilt, romatizma, böbrek, mide hastaları kış
olmasına rağmen kaplıcalara devam ediyorlardı. Yatak sayısının artırılması,
Avrupa ve Mısır kaplıcalarından gelişme için bilgiler ve teknikler alınması konusunda Gazi, yeni emirler verdiler. Tesislerin yapımındaki başarısı nedeniyle
Sadullah Beyi kutladı. Akşama kadar devam eden denetleme çalışmalarından
sonra Gazi Paşa beraberinde bulunanlarla Yalova’daki köşküne gittiler.” 25
25) Ertuğrul Zekai Ökte, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün Yurtiçi Gezileri (1922-1938), s:587
Termal Oteli,
yıl 1933
12 Şubat 1930’a gelindiğinde Termal Kaplıcaları’nın işletmesi
Mustafa Kemal Atatürk’ün onayladığı bir kararname ile Seyr-i Sefain
İdaresi’ne verilmişti. Mustafa Kemal Termal Kaplıcaları’nın işletilmesinde
her aşamada bilgi ve söz sahibiydi. Dönem tanıklarından Üvezpınar
Köyü’nden Aslan Bahar’ın anılarında konuyla ilgili bir anektoda rastlıyoruz: 26
“Güney Park havuzu yanında Genel Müdür Sadullah Güney, Kaplıcaların
yılda 200 lira zarar ettiğini ve zam yapmak istediklerini Atatürk’e söyledi.
Atatürk, Kaymakam Şefik Bey ve Sadullah Güney’e, bu sıcak sulara herkesin
74
26) Aydın Akan, Her Yönüyle Termal İlçesi, “Aslan Bahar – Üvezpınar”, s:53
Yaveran Köşkü
İmar
çalışmalarından
sonra Termal
75
ihtiyacı var, katiyen zam istemem, bir kuruş dahi..” dedi. Ben de o zaman havuzun inşaatında çalışıyordum ve Atatürk’ ün bu sözlerini duydum.”
Termal’in batıdaki çağdaşları gibi imar edilmesi için yabancı mimarların davet edildiklerini yazılı kaynaklardan öğreniyoruz. Paris’in kent
planını yapmış Prof. Dr. Hanry Prost davet edilmişti. 1934 yılında, önce
Prost’un yardımcısı Prof. M. Jean Royerre birkaç kez Termal’e gelerek
ön çalışma yapmış. 1935’te de her ikisi hazırladıkları projeyi Mustafa
Kemal’e sunmuşlardı. 27
27) Ahmet Akyol, Atatürk’ün Kenti Yalova, s:31
Kaynak ve Sebil
76
Yalova Kaplıcaları’nın 1911’de Roma’da uluslararası sergide kazandığı madalyalar
Termal’in yeniden
tasarlanma süreci geçmiş ile içinde yaşanan
zamanın bir araya geldiği eklektik bir yaşam
alanını yaratmıştı.
Büyük Otel, Büyük
Gazino, Atatürk Köşkü, Yaveran Köşkü,
Sinema Binası, Kurşunlu Hamam ve açık
havuz gibi belli başlı
yapılar yanında resmi
daire olarak kullanılan
ve üst düzey bürokratların konaklaması için
inşa edilmiş binaları,
teras bahçelerle çevrelenmiş parkları, görsel
albeni yaratılmış envai
çiçekle bezeli tarhlar,
nilüfer çiçekli seyir
havuzları, minyatür
çağlayanları andıran
setli havuzlar, orman
içlerine dek uzanan
ağaçlıklı patika yollarıyla Termal, tasarım özelliği taşıyan küçük bir yaşam kompleksi haline
dönüşmüştü. Mustafa Kemal’in Göz Suyu üstündeki ıhlamur ağacının
altında dinlenmeyi sevdiği, o dönemi yaşayanların anılarından öğrenilmektedir. 28
77
28) Aydın Akan, Her Yönüyle Termal İlçesi, “Galip Atik – Üvezpınar”, s:52
78
Dünyanın değişik ülkelerinden, (Amerika orijinli Boylu Mazı, Sekoya,
Japon Akçaağaç, Pavlonya, Porsuk Ağacı, Arizona Servisi, Mavi Atlas
Sediri, Kırkkese Ağacı gibi) nadide tür bitki ve ağaçlar getirilerek
Türkiye’nin ilk Canlı Ağaç Müzesi yapıldı. 29
Mustafa Kemal Atatürk çok sevdiği Nolina adlı tropik çiçekten de
İtalya’dan üç tane getirtmiş ve bakımını yine Pandelli Usta’ya vermiştir. 30
Mustafa Kemal Atatürk’ün Yalova ve Termal’in yeniden inşa yıllarında
bölgedeki ilk arkeolojik kazıları başlattığı da bir gerçektir. 1932 yılında
o dönem Doktora’sını yeni tamamlayan (daha sonra Prof. olmuştur)
Arif Münif Mansel bölgedeki ilk arkelojik kazıyı yapmıştır.
Mansel’in ilk ulaştığı yapılardan biri Sinema Binası arkasında yer
29) Ahmet Akyol, Atatürk’ün Kenti Yalova, s:32
30) Aydın Akan, Her Yönüyle Termal İlçesi, “Niyazi Aydoğan – Maşukiye”, s:52
Atatürk, misafirleriyle
Yalova Büyük
Otel’den çıkarken,
17 Temmuz 1930
alan yapı kalıntısıdır.
Mansel’in ifadesi ile
yapı şöyle anlatılmaktadır:
“Bu bina, yarım daire
şeklinde olup, muntazam
ufkî tabakalar teşkil eden
büyük kalker taşlardan
yapılmıştır. Duvarın içinde
yarım daire şeklinde kıvrılarak devam eden ve geri
taraftaki dağdan sızan
suları toplamak ve rutubetin binanın cephesine
nüfus etmesine mani
olmak üzere yapılmış bir
koridor vardır. Sağda ve
solda görülen alçak
kapılardan bu koridora
girilmektedir. Yarım daire
şeklindeki arka duvarın
önünde, yine yarım daire
şeklinde altı mermer
sütundan ve binanın ön
tarafında, kalker taşlarından yapılmış iki pilyeden
müteşekkil bir galeri vardır.
Bu sütunların üçü Müzeler
İdaresi tarafından tamir
ettirilerek eski yerlerine yerleştirilmişlerdir.
Hafriyat (kazı) esnasında bulunan birçok tuğla kemer kalıntısı, sütunlar ile
arka duvarın arasındaki sahanın tonoz şeklinde kemerler, binanın orta kısmının
bir yarım kubbe ile örtülmüş olduğunu göstermektedir. Binanın ön tarafı
tamamen açıktır.
79
Yalova kazıları
buluntusu sikkeler
…Bu bina, hem yamaçları örtmek, hem de hastaların güneşten korunan bir
yerde oturup istirahat etmelerini sağlamak için yapılmıştır.” 31
Termal’de çıkartılan eserler monogramını taşıyan sütunlar nedeniyle
Bizans İmparator’u II.Justinianus’a (MS.565-578) tarihlenmektedir.
1 Temmuz 1933’te Seyr-i Sefain İdaresi kapatılmış, Termal Kaplıcaları’nın işletmesi AKAY şirketine devredilmişti. Termal Oteli’nin yapımı
bu döneme rastlamaktadır.
1936 yılına gelindiğinde Termal’deki imar büyük ölçüde tamamlanmıştır. Şifalı suların sağlık turizmi için kullanılması Dr. Nihat Berger’in
Paris’ten dönerek Yalova Kaplıcaları İşletme Müdürü ve Başhekimi
görevine getirilmesiyle başlar. Dr. Berger kaplıcalardaki tesislerde
modern tedavi yöntemlerinin uygulanmasını hayata geçirmiştir.
Termal Oteli’nde kurulmuş fizik tedavi ünitesi diyetisyen kontrolünde
çıkan yemekler ile Kaplıcalar, şifa arayanların duraklarından biriydi.
1938 yılında bir süreliğine Termal Oteli’nde konaklayan Mustafa Kemal
Atatürk otelin ilk konuğuydu. O konuğun Termal Kaplıcaları’nda geçirdiği bir kaç güne dair bir anıyı Cemal Granda’dan öğreniyoruz:
“Atatürk’ün Termal’de koru içindeki ahşap Atatürk Köşkü’nü çok sevdiğini,
ömrünün son günlerini burada geçirmek istediğini birçok kez duymuşumdur.
Yine bir yaz, Yalova Kaplıcaları’ndayız. Tatil ayları kendine özgü bir tembellikle
sıcak ve ağır geçip gitmede… Günlerden bir gün, ansızın köşkün kapısında bir
kadın belirdi. Bu sırada Atatürk, köşkün merdivenlerinden inmekteydi. Kadın
birden kendini yere atıp, Atatürk’ün ayaklarına kapandı, öpmek istedi. Fakat
Atatürk, buna hemen engel oldu. «Estağfurullah», diye geri geri çekildi.
Önce mahcup olmuş gibi bir tavır takınmıştı. Fakat az sonra kızdığını anladım. Sert bir şekilde:
– «Ne istiyorsun?» diye sordu.
– «Üç çocuğum var, okula vermek istiyorum.»
– «Peki, siz ne iş yaparsınız?»
Kadın ezile büzüle, adeta utanırcasına:
80
31) Arif Müfit Mansel, Yalova Kılavuzu, s:13-14
81
– «Öğretmenim…» diyebildi.
Atatürk’ün canı adamakıllı sıkılmaya başlamıştı. Bir öğretmen, hem de «Yeni
nesli sizler yetiştireceksiniz, yeni nesil sizin eseriniz olacaktır,» dediği bir
öğretmen, gelsin, O’nun ayaklarına kapansın. Olur şey değil.
– «Siz böyle yaparsanız, sizin yetiştirdiğiniz çocuklar ne yapar? Böyle bir
hareket fani insanlara yapılır mı? Haydi istediğin neyse çabuk söyle. Yalnız
şunu iyi bil ki, kim olursa olsun, elini ayağını öpmek hiç de doğru değildir.»
Kadın öğretmenin isteği, iki çocuğunu yatılı okula vermek, okutmaktı.
Aynı öğretmen otomobile alındı. Yalova İskelesi’nde indirildi. Ertuğrul
Yatı’ndaki sofraya oturtulup, öğle yemeği verildi. Sabiha Gökçen, Zehra ve
Rukiye Hanımlar da ordaydı. Atatürk, yaveri aracılığıyla kadına yüz lira verdi.
Çocukları da Atatürk’ün emriyle hemen yatılı okula gönderildi.
Kadıncağız o an ne yapacağını, nasıl teşekkür edeceğini bilemiyordu.
82
Atatürk,
Termal’de,
yanında Afet İnan
Ayrılırken gözleri yaşlarla dolu «Allah uzun ömürler versin,» diyebildi.
Yalova’da o gün ayaklarına kapanan öğretmen olayı Atatürk’ün çok canını
sıkmış ve neşesini kaybettirmişti. Öğretmenin davranışına kızmış, fakat sonuç
olarak kadın olduğu için de yardımı esirgememişti. Atatürk, her zaman kadına
toplum içinde gereken önemin verilmesini istemişti. Batı kadını ile Türk kadını
arasındaki farkı kaldırmak en büyük amacıydı. Türk kadını bütün aşağılık
duygulardan kurtarılmalıydı. Ömrünün sonuna dek de bunu savunmuştur.” 32
7 Nisan 1938’de, Yalova Kaplıcaları ile Termal bölgesine ait hazırlanan harita onaylanarak resmiyet kazandı. Termal artık şifalı sularıyla
bilinen bir turizm merkeziydi.
83
32) Cemal Granda, Atatürk’ün Uşağı İdim, s:101-102
Atatürk,
Millet
Çiftliği’nde
tavla
oynarken
MUSTAFA KEMAL ATATÜRK’ÜN
YALOVA ANILARI
19 Ağustos 1929 tarihi Yalova’nın çehresinin değişeceği zamanın
başlangıcı olmuştu. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa
Kemal’in fırsat buldukça geldiği, yeniden imar edilişinde bizzat katkısı
olan bu küçük kasabada o dönemi yaşamış birçok Yalovalı ile ortak
anılara rastlamak mümkün.
Mustafa Kemal Atatürk Dönemi Yalova için ilklerin yaşandığı yıllardı.
İlk kez resmi kurumların varlığını hissettirdiği, kent planının yapılarak
yeni yerleşim noktalarının kurulduğu, çevre düzenlemesi yapılarak
mesire ve plajların halkın kullanımına açıldığı… Baltacı ve Millet
Çiftlikleri’nde üretilen ürünlerin İstanbul başta olmak üzere çevre
yerleşimlere satıldığı, Donanma Tesisi ve Plajı’nın yapımı ve Termal
Kaplıcaları’nın şifa turizmi için yeniden tasarlanarak kullanıma açılmasıyla sosyal hayatın geçmişte olduğundan çok daha farklı yaşanmaya
başladığı yıllar Mustafa Kemal ile başlamıştı.
Mustafa Kemal tarafından Sayfiye Başkenti olarak kullanılmaya
başlanan Yalova’da resmi kabuller yapıldığına dair kayıtlar azımsanmayacak kadar çoktur. 24 Ağustos 1931 tarihinde Sovyet Büyükelçisi
Suriç’i kabulü ilk örneklerden biridir.
85
Atatürk,
Termal Otel’e
girerken (solda)
Yalova’da sosyal hayata yenilik getiren bir başka ilk şehir bandosudur. Bando 1934’te Mustafa Kemal Atatürk’ün direktifi ile kurulmuştu.
Kentin ilk resmi bandosu ile ilgili hayatta kalmış tek üyesi İzzet
Salman’ın anlattıkları da o dönem Yalova’sının Cumhuriyet’in yazlık
başkenti olduğunun belgelerinden biri gibidir.
“Atatürk 1934 senesinde bandoyu teşkil ettirdi. 22 gençtik. Safa Tüzünataç
Belediye Reisi’ydi. Rahmetli Atatürk 1934-1938 yılları arasında Yalova’ya geldiğinde krallar dahil misafiri oldu. İngiliz Kralı, Suudi Arabistan Kralı ve hatta
Tito bile Yalova’da kabul edildi. Bando olarak hepsinin milli marşını önceden
öğrenir, karşılama sırasında icra ederdik. Yalova ikinci Ankara’ydı. O yıllarda
bir de Yalova Marşı’mız vardı.
Yalova’nın kalbinde
Açılmış güneşleriz
Hepsi el ele vermiş
Ayrılmayan gençleriz
Ufkumuz yükselmektir
Her güçlüğü aşarız
Sığmayız dünyalara
Bir güneş gibi açarız”. 33
1937 yılı Haziran ayında Ürdün Emiri Abdullah’ın Yalova’da ağırlanışına gösterilmiş hassasiyetin Emir’de iyi intiba bırakmış olduğuna
Granda’nın anılarında rastlanıyor. Ürdün Emir’i de Yalova’ya indiğinde
şehir bandosunun gösterisiyle karşılanıyor. 34
86
33) İzzet Salman (23 Mayıs 2012 tarihli ses kaydı)
34) Cemal Granda, Atatürk’ün Uşağı İdim, s:371
SI
ĞIRTMAÇ MUSTAFA’YLA KARŞILAŞMA
Mustafa Kemal Atatürk’ün Yalova günlerine ait anılar arasında en
çok bilinenlerden biri Sığırtmaç Mustafa ile karşılaşma hikayesidir.
Yalova gelişinden henüz bir ay geçmiştir. Yöreyi tanımak için sık sık
gezilere çıkan Mustafa Kemal Balaban Dere civarından Termal’e doğru
giderken sığırları gütmekte olan 11 yaşında bir çocukla karşılaşır. Gazi
Paşa ile Sığırtmaç Mustafa’nın karşılaşması ve sonrası gelişen olaylar
Necmeddin Sadak’ın köşe yazısında şöyle
anlatılmaktadır. 35
“Açık maviye yakın gözleri, sarı gibi saçları
var. Başına küçük gelen kasketi düşecek gibi
duruyor. Kendi boyundan uzun çoban değneğini, bir askerin, silâhını tuttuğu ciddiyetle,
elinden hiç bırakmıyor. Üzerindeki parça parça
elbisenin rengi belli değil. Ayağındaki yırtık
çarıklar, mütemadiyen yol yürüdüğünü gösteriyor. Yarı açık ağzında, hayretle memnuniyeti
ifade eden garip bir eda var.
On, on bir yaşında kadar tahmin edilen bir
köylü çocuğu fotoğraf objektifinin karşısında,
Gazi hazretlerinin yanında ahzi mevki etmişti.
Yanındaki Büyük Adamın kim olduğu hakkında, küçücük köylü zekâsında, belli ki, şüpheli
ve tereddütlü bir mücadele geçiyordu. Resim
çekildi, küçük köylü çocuğu, ayni ciddiyeti
muhafaza ediyordu. Gazi hazretleri, takdim
ettiler:
– Bizim yeni arkadaş, sığırtmaç Mustafa ….
Sonra, bizzat çocuğa sorarak, onun kendi
87
35) Necmeddin Sadak, Akşam, 18 Eylül 1929
Atatürk,
Sığırtmaç
Mustafa
ile birlikte
lehçesi , kendi masum ifadesi ile, kısa ve kesik cümlelerle anlattığı macerayı dinledik. Reisicumhur hazretleri yeni çiftlikleri
civarında atla bir gezinti, yaparlarken, yolu sormak için bu
küçük çobanın yanında durmuşlar. “Düşün arkama” demiş, ve
yolu göstermiş.
– Adın ne ?
– Mustafa.
– Benim adım da Mustafa Kemal. Adımı öğrendin mi? Söyle
bakalım.
Mustafa, Kemal’in sonunu “al„ gibi kalın telalffuz ederek söyliyor: Mustafa Kemal…
– Sen Gazi paşayı hiç gördün mü ?
– Yooo, görmedim.
– Görsen tanır mısın?
– Nasıl taniyem?
– Gazi paşa nerede oturur ?
– Istanbulda oturur ama, cuma günleri Yalovaya geliyormuş.
Gazi hazretlerde Mustafa arasında cereyan eden bu muhavereden sonra Reisicumhur hazretleri kendisine soruyor:
– Sen kaç para kazanırsın
– Ayda üç lira…
– Bir seneliği ne eder?
Sığırtmaç Mustafa hesap ediyor, hesap ediyor, fakat küçük
zihni bir türlü iki aylıktan ötesini cem edemiyor. Gazi hazretleri
Mustafa ile birlikte hesap ediyorlar: iki aylık 6, üç aylık 9, dört
aylık 12. Bir senelik maaşının 36 lira olduğu hesap edilince, Gazi
hazretleri bu 36 lirayı Mustafaya veriyor. Fakat, küçük türk
çobanı, bu paranın neye, hangi iş veya mala mukabil olduğunu
anlıyamıyor, tereddüt ediyor, almak istemiyor:
– Bu parayı bana neden veriyorsun?
– Bana yol gösterdin, hizmetine karşı veriyorum.
– Haa: O başka.
88
Atatürk, Sığırtmaç Mustafa ile
Dolmabahçe Sarayı’nda, 19 Eylül 1930
Gazi hazretleri evvelâ bir on liralık veriyorlar. Mustafa bu
parayı hiç görmemiş, tanımıyor. Beş liralığı da bilmiyor. Yalnız,
aşinası Sığırtmaç Mustafa bir liralıktır. Onu görünce tanıyor.
Mustafa 36 lirayı alınca müşkil bir mesele tahaddüs ediyor:
– Bu paraları nereye koysun?
– Cebine koy.
– Benim ceplerim delik, para düşer.. Nihayet paraları mendiline sarıp koynuna sokuyor. Ve cebinden, kim bilir nasıl bir itina
ile sakladığı üç tane cevizi çıkararak Gaziye uzatıyor:
– Al bunları. Ama parayla vermiyorum ha…
Bu kıymetli hediyeleri aldıktan sonra Gazi hazretleri soruyor:
– Sen cıgara içer misin?
– Yo, daha savaşmadım.
– Müsaade eder misin ben içeyim.
Mustafa düşünüyor, müsaade ediyor: “Eh, iç..„
– Benim cıgara içmem sana zarar verir mi?
Mustafa başını sallayor: Evet… Gazi hazretleri, çiftlikte kaç
ağası olduğunu soruyor, ve o kadar, yani 6 cıgara vererek
bunları ağalara götürmesini ve üzerlerindeki markalarını okutmalarını tenbih ediyorlar. Ayrılırken, Gazi hazretleri: – Yarın
Yalovaya gel, Mustafa Kemal diye sor, o benim arkadaşımdır
dersin. Seninle konuşuruz… diyorlar.
Ertesi sabah, Mustafayı resim çıkarırken gördüğüm zaman,
o, yeni arkadaşını, Mustafa Kemali görmeye gelmişti. Fakat,
jandarmalar Mustafanın zihnini karıştırmışlar… “Mustafa Kemal
nerde?” diye sorunca, onu azarlamışlar, “Mustafa Kemal deme,
Gazi Paşa de” diye tenbih etmişler. Küçücük çoban, mahdut
lûgatçesi ve zor tekellümde bunu ifade edemiyor, fakat o esnada muhakkak ki saf kalbinde müthiş bir lerze duydu: Demek dün
kendisine para veren, arkadaş diyen adam, büyük ismini köyde
herkesin hürmetle andığı, her geçtiği yerde insanların sevinçten
göz yaşı döktüklerini naklettikleri , fakat daha bir kerecik olsun
89
görmediği Gazi paşa idi…
Gazi hazretleri Mustafaya yemek yedirdiler. Onu doktorlara muayene ettirdiler. Mustafa biraz hasta, zayıftı. Arkadaşlardan biri sordu:
– Sana ne yemek verirler?,
– Biraz ekmek, karpuz…
– Başka bir şey vermezler mi?
– Hayır
– köyde yumurta filan yok mu?
-Var amma bana vermezler.
– Sen yerini bilmiyor musun? Git al, ye…
Mustafa birdenbire isyan etti:
– Ayıp be, dedi.
Gazi hazretleri kendisi ile pazarlık ettiler. Ayda dört lira verecekler ve onu
çiftlikte istihdam edeceklerdi. Mustafa düşündü, ayda üç lira kazanıyordu, dört
lira daha fazla idi. Kabul etti. Gazi hazretleri, artık kalmasını söylediler: Olmaz,
dedi, gidip bir ağalara danışayım, onlara söz verdim, beni beklerler… Bu minimini türk çobanı, ağalara verdiği sözü tutmak , Gazi paşanın nezdinde kalmak
saadeti bahasına da olsa, akdettiği zımnî mukaveleyi bozmamak lüzumunu hissediyordu. Gazi hazretleri bu küçük köylünün, bütün bu muhavereler esnasında meydana çıkan ahlâkına işaret buyurarak:
– Bakınız, dediler, Türk milletinin seciyesi ne kadar sağlam, ahlâkı ne derece
saf ve temizdir.
Sığırtmaç Mustafa, ağalarla konuşup, artık Gazi paşanın hizmetine girdiği
beşaret haberini vermek, anası ve kardeşleriyle veda edip ertesi gün gelmek
üzere ayrılırken Gazi hazretlerine: “-Şimdilik Allaha ısmarladık”, dedi ve boyundan uzun, kıymetli değneğini alarak çiftliğe doğru revan oldu. Sığırtmaç
Mustafa dün akşamdan beri İstanbuldadır. Bir müddet tedavi edilecek, kuvvetlenecek, sonra da mektebe gidecek, ve Gazinin Yalovadaki çifliğinde kâhya olacak. Bilfiil çalışarak aylık alıncaya kadar, maaşı anasına verilecek. Çünkü, anasını ve küçük kardeşlerini Mustafa besliyordu. Gazi hazretleri, onun kasketini,
elbisesini, çarıklarını, değneğini saklamalarını emir buyurdular. Bir an gelecek,
90
küçük sığırtmaç Mustafa bu eski kıyafetini hayretle temaşa edecek, bir gün
Yalova civarında, ormanlarda masallardaki periler gibi karşısına çıkan Büyük
İnsanın sayesinde adam olduğunu şükranla yâd edecektir.
Daha evvel, mektepte, köy ve dağ hayatının çocukluğunda hayal meyal hissettirdiği şu hakikati de öğrenecek: Türk milleti, tıpkı kendisi gibi, tarihte avare
ve biçare dolaşırken bir gün yolunun üstünde bu Adama tesadüf etti. Kendisi
gibi, mensup olduğu milleti de bu Adam kurtardı. Mustafanın macerasını, o
gün Gazi hazretlerinin nezdinde dinleyen bir ecnebi sefirinin dediği gibi, bahtiyar Mustafa Türk milletinin timsalidir.”
Gazi Paşa’nın Yalovalı küçük sığırtmaçla ilgilenip onun yaşamını
değiştirecek kararlar verişi o dönem basınında büyük ilgi görmüş,
kamuoyu uzunca bir süre bu konu ile ilgilenmişti.
91
Atatürk,
Yalova’da İskele
Meydanı’nında
karşılanırken,
9 Aralık 1929
DÜNYADA İLK KEZ EN UZUN SÜRELİ UÇUŞU YAPAN
AMERİKALI PİLOTLARIN TERMAL’DE KABULÜ
Mustafa Kemal Atatürk 1 Ağustos 1931 cumartesi günü Yalova’da,
New York’tan uçarak Yeşilköy’e inen Amerikalı Russel Boardman ve
John Polando adlı pilotları kabul etmiştir. Amerika Büyükelçisi, İstanbul
valisi ile birlikte Sakarya motoru ile Yalova iskelesine yanaştıklarında
onları Yalova kaymakamı ve Belediye Başkanı törenle karşılamışlardı.
Mustafa Kemal bu özel konukları Termal’deki köşkünde bekliyordu.
Amerikalı konukları köşkün üst katındaki çalışma odasında kabul
etti. New York’tan havalandıktan sonra hiçbir yere inmeden Yeşilköy’e
dek yaptıkları uzun soluklu yolculuğun başarısı Mustafa Kemal’i etkilemiş, bu konuklarla olan sohbete de yansımıştı.
“Pilotlara hitap ederek, onları kutladı, çok içten sözler söyledi.
Amerikan Elçisi:
“- Cumhurbaşkanı Hazretleri, iltifat ve takdirlerinizden gerek pilotlar,
gerek ben çok duygulandık ve minnettarız. Siz kendinizde ve Türk
Milletinde bulunan özellik ve hasletleri başkalarında gördüğünüz zaman
takdir etmesini de ne kadar iyi biliyorsunuz.
Türk Milletinin yüksek özelliklerini nefsinde toplayan saygıdeğer
şahsınızın iltifatlarını hiçbir zaman unutmayacağız. Bu olayın, Amerika ile
Türkiye arasındaki dostluğu güçlendirecek nitelikte olduğu için seviniyorum..” şeklinde teşekkür etti. Gazi bu sözlere:
“Böyle kahramanlar yetiştiren büyük milleti burada daima başarıyla
temsil eden şahsınızı özellikle tebrik ederim. Bu mutlu olayın iki memleket arasındaki sevgiyi daha da artıracağı hakkındaki görüşünüze tamamen
katılıyorum.” diyerek cevap verdi. Amerikalı pilotlar Gazi’ye New York
Times Gazetesinin ve Washington Büyükelçimiz Muhtar Bey’in birer
mektubunu sundular. Gazi, teşekkür ederek pilotlarla çok samimi
konuşmalar yaptı. Yaklaşık bir saat süren bu görüşmeden sonra fotoğraf
92
çekildi. Konuklara Yalova’yı gezip görmelerini, dinlenmelerini belirterek şu sözleri söyledi: 36
“Harikulâde gezinizi Türk Milleti yükseklerden taşan övgü ve sevgiyle karşıladı. Amerika semalarından yükselerek, Türk semalarında belirecek değerli
konukları oradan uçtukları andan itibaren Türkiye ufuklarına geldikleri ve topraklarımıza kondukları dakikaya kadar ilgi ile, coşkuyla izledi, başarınızı canı
gönülden diledi ve kendi başarısı gibi sevindi. Gerçekten başarınız hem ilmin,
tekniğin ve hem de özellikle beceri ve cesaret bakımından insan kuvvetinin
örneği olmayan bir zaferidir.”
93
36) Ertuğrul Zekai Ökte, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün Yurtiçi Gezileri (1922-1938), s:786-89
Atatürk,
Amerikalı
pilotlarla
birlikte Termal’de,
1 Aralık 1931
94
1930’lu yılların başından itibaren
Yalova, Cumhuriyet’in yazlık Başkenti
olmanın yanında ülke ile ilgili önemli
kararların alındığı bir merkez haline
gelmişti. Dönemin tanıklarından Afet
İnan’ın o günler ve yaşanan hareketlilikle ilgili anlatımı Yalova’nın önemli
kararların verildiği yer olma özelliğine
işaret etmektedir. “… Türk Tarihinin
Ana Hatları kitabı bir cilt halinde basıldı. Yalova Kaplıcaları’nda Türk Tarihi
Tetkik Cemiyeti’nin hazır bulunan üyelerine Atatürk bizzat başkanlık etti. Türk
Tarihinin Ana Hatları Kitabı, bu müzakereler sonunda hazırlanıp basıldı.
Atatürk, zamanının büyük bir kısmını
bizzat tarihi etüdler yapmak için ayırmıştı. ’Büyük devletler kuran ecdadımız,
büyük ve şumüllü medeniyete de sahip
olmuştur. Bunu aramak, tetkik etmek,
Türklere ve dünyaya bildirmek bizler
için bir borç olmuştur’ diyordu.” 37
Cumhuriyet Gazetesi’nin Yalova’da
bulunan özel muhabirinin 20 Ağustos
1930 tarihli haberi: “Cumhurbaşkanı
Hazretleri’nin Türk tarihinin köklerine
95
37) Ahmet Akyol, Atatürk’ün Kenti Yalova, s:36-37
BİR REFERANS KİTAP:
TÜRK TARİHİNİN ANA HATLARI
96
Atatürk,
Dolmabahçe Sarayı’nda
26 Eylül5 Ekim 1932
tarihlerinde
toplanan Türk Dil
Kurultayı’nda,
yanında
İsmet İnönü
dair hazırlamakta olduğu kıymetli eser bir haftaya kadar tamamlanacaktır” deniliyordu. İlk çağ medeniyetinin Türk medeniyeti olduğunu
kanıtlayan bu kitabın 700-800 sayfalık hacme sahip olduğu ve okullarda
tarih eğitimine temel olarak okutulacağından bahsedilmekteydi.
Avrupalı bilim adamlarının araştırmaları ile paralellik gösteren tarih ve
olayların son kez gözden geçirilip basılacağı detayı gazete haberinin
son cümlesiydi. 38
Mustafa Kemal Atatürk’ün yazmakta olduğu Türk Tarihi-Türk
Tarihine Giriş adlı eser üzerindeki tartışmalar bir çalışma toplantısında
17 Temmuz 1930 günü Yalova’da başlamış. Yalova’daki köşkte devam
eden çalışma toplantısına Cumhuriyet Gazetesi başyazarı Yunus Nadi
Bey, Aydın Milletvekili Reşit Galip ve İstanbul Üniversitesi’nden Yusuf
Ziya Bey katılmış, tartışmalar geç saatlere kadar sürmüştü.
98
38) Ertuğrul Zekai Ökte, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün Yurtiçi Gezileri (1922-1938), s: 641
Atatürk,
Tarih Kongresi’ne
gelirken, yanında
Afet İnan
Türk Tarihi ile ilgili çalışmalar devam ederken Türk Dili’nin geliştirilmesi için Ankara’da toplanan bilim adamları yine Mustafa Kemal ile
koordineli olarak çalışmalarını sürdürüyorlardı. Harf ve Dil devrimlerinin gereklerine göre milli dil eğitimine yön vermeleri bizzat Gazi
Mustafa Kemal Atatürk tarafından istenmiş Türkçe öğretmenleri Milli
Eğitim Bakanlığı tarafından Ankara’ya çağrılmışlardı. 218 öğretmenin
katıldığı geniş katılımlı toplantıda Mustafa Kemal’e telgraf çekilerek bilgilendirilmesine karar verilmiş, O’nun 3/08/1930 tarihli yanıtı olan
telgraf:
“Eğitim Bakanı Cemal Hüsnü Beyefendi’ye
“C. Ankara’da toplanan Türkçe öğretmenlerimizin ulaştırılan hislerinden
duygulandım. Çok yüksek ve vatani görevlerinde başarılar dilerim, efendim..”Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal”
yine Yalova’dan gönderilmişti.
99
Atatürk,
İsmet İnönü ile
birlikte Dil
Kurultayı’nda
Atatürk, Dolmabahçe Sarayı’nda
Tarih Kurultayı’ndan çıkarken yanında kardeşi Makbule Hanım (Atadan),
Sabiha Gökçen ve Afet İnan’la katılımcı bilim adamları
Atatürk, Tarih Kongresi’nde,yanında İsmet İnönü ve Celal Bayar
Atatürk, Tarih Kongresi’nde açılan sergide Hitit buluntularını inceliyor
Gazi, artık yoğunluklu olarak Yalova’da çalışıyordu.
Mustafa Kemal’in tarih çalışmaları bu kadarla sınırlı kalma