ÖLÜM TOHUMLARI , Bölüm 6
Hintli bir biyolojik çeşitlilik kampanyası destekçisi olan Dr. Vandana Shiva, Rockefeller Vakfı‘nın Altın Pirinç tanıtımının yürek burkan bir eleştirisinde: “A vitamini üretmek için pirincin genetiğinin değiştirilmesinin kusuru, diğer A vitamini kaynaklarının gölgede bırakılmasıydı” değerlendirmesini yaptı. Uluslararası Pirinç Araştırmaları Enstitüsü Başkanı Per Pinstripe Anderson, A vitaminli pirincin, Asya’daki yoksullar için gerekli olduğunu çünkü, “dünyada yetersiz beslenen insanların çok büyük bir çoğunluğuna ilaç götüremediklerini” ifade etti. Shiva şunu ekledi:
“A vitamini temini için birçok ilaç var. A vitamini; karaciğer, yumurta sarısı, tavuk eti, süt ve tereyağından sağlanır. A vitamininin öncüsü olan beta-karoten, koyu yeşil yapraklı sebzelerden, ıspanaktan, havuçtan, kabaktan ve mangodan sağlanır…”
Rockefeller Vakfı‘nın basın bültenlerinde bahsetmediği, ancak doktorların ve bilim adamlarının bildiği bir şey vardı! Büyük miktarlarda A vitamini aslında “hiper vitaminoz”a, ya da bebeklerde beyin hasarına ve başka zararlı etkilere yol açan A vitamini zehirlenmesine neden oluyordu.
Ayrıca bir insanın A vitamini payının hepsini karşılamak için günlük olarak tüketmesi gereken pirinç miktarı şaşırtıcıydı ve bir insanın bunu başarması mümkün değildi. Bir tahmin, ortalama bir Asyalı’nın yalnızca gereken en az miktarda A vitaminini alması için, günde 9 kilo pirinç yemesi gerektiğini gösteriyordu. Asya’daki günlük 300 gramlık pirinç tüketimi oranı, günlük ihtiyacın yalnızca % 8’ini sağlıyordu. Rockefeller Vakfı’nın Başkanı Gordon Convvay, bu eleştirilere mahcup bir şekilde şu yanıtı veriyordu:
“Öncelikle altın pirinci, A vitamini eksikliği sorununa bir çözüm olarak düşünmediğimizi ifade etmek gerekir. Daha çok beslenme açısından meyveler, sebzeler ve hayvani ürünlerle çeşitli kuvvetlendirilmiş gıdalara ve vitamin katkıları için mükemmel bir tamamlayıcı görevi yapmaktadır.” Şunu da ekliyor:
“Halkla ilişkilerin, altın pirinç tanımını çok fazla kullandığı konusunda Dr. Shiva’ya katılıyorum.”
Altın pirinç, biyoteknoloji kullanan genetik mühendislik endüstrisi için büyük bir propaganda aracı olmuştu.
İngiliz tıp dergisi The Lancet’in editörlüğünü yapan ve çok önemli bir tıp uzmanı olan Dr. Richard Horton:
“Dünyadaki açlık için teknolojik bir gıda çözümü aramak… yeni yüzyılın ticari açıdan en kötü niyetli boş girişimi olabilir” dedi ancak onu çok az kişi dinledi.
İlk Kobay: Arjantin
80’lerin sonlarında genetik eğitimi almış moleküler biyologların, küresel iş ağı oldukça gelişmişti. “Devasa Rockefeller planı“, artık devreye girmeye hazırdı. Bu iş için seçilen yer ise David Rockefeller ve Chase Manhattan Bank‘ın yakın bağlar kurduğu, Başkan Menem‘in henüz seçildiği Arjantin‘di. Tarım arazileri ve nüfusu yapısı nedeniyle Arjantin, ilk geniş ölçekli GDO testi için biçilmiş kaftandı.
2005’te çok daha küçük ama hızla genişleyen GDO ülkelerine, GDO’ları kanunla yasaklayan Brezilya’da dâhil oldu. GDO’ların ekimi o kadar yayılmıştı ki artık kontrol edilebilmesi mümkün değildi. Kanada, Çin, Güney Afrika gibi ülkeler o zamandan sonra yeni programlar yürürlüğe koydular.
Bunların hemen arkasından, geniş arazileri ve gevşek kanunlarıyla eski Sovyet uyduları; Romanya, Polonya ve Bulgaristan gelmekteydi. Endonezya, Filipinler, Kolombiya, Honduras ve İspanya da belirgin bir şekilde bu yöntemleri uyguluyorlardı.
Irak’ta: ABD Demokrasi Tohumları(!)
George W. Bush, Irak işgalini şöyle yorumluyordu:
“Bizim Irak’ta bulunma sebebimiz, buraya ‘demokrasi tohumları’nı ekmektir. Bu ‘tohumlar’, serpilecek ve tüm otoriteryanizm bölgesine yayılacaktır.”
George W. Bush, “demokrasi tohumları”ndan bahsettiğinde, çok az insan “Monsanto”nun tohumlarını kastettiğini anlayabilmişti. Mart 2003’te ABD’nin işgalini takiben, ülkenin ekonomik ve politik gerçekleri radikal olarak değişti. Irak sadece Pentagon’a gönülden bağlı 130.000 asker tarafından işgal edilmemiş; aynı zamanda işgalcisinin ekonomik kontrolü altına da girmişti. Irak ekonomisi, Pentagon tarafından idare ediliyordu.
Mayıs 2003’te, Paul Bremer, Geçici Koalisyon Güçleri’nin (CPA) ya da işgalci otoritenin başına getirilmişti. Eski Dışişleri Bakanlığı terörizm görevlisi olan Bremer, sonradan Henry Kissinger’ın kurduğu güçlü danışmanlık şirketi Kissinger Associates’e girmişti.
ABD işgalindeki Irak, Arjantin‘den daha iyi bir fırsattı. İşgal yeni bir tarım sistemini, GDO şirket tarımcılığı etki alanıyla tüm ülkeye sokmaya yardımcı olmuştu. İşgal yönetimi, Iraklı çiftçilere reddedilmesi güç bir teklifte bulunmuştu: “Bizim GD tohumlarımızı alın ya da ölün..”
Bremer, işgal altındaki Irak’ta resmen olmasa da sivil faaliyetin var olduğu her alanda ölüm ve yaşamın kontrolünü elinde bulunduruyordu. Dikkat çekecek şekilde Bremer, yeniden yapılandırma işinin dış işlerinin sorumluluğu olmasına rağmen, raporlarını, sadece Pentagon’daki eski Savunma Bakanı Donald Rumsfeld’e rapor ediyordu.
Bremer; Irak’ta GDO için Yasal Alt Yapıyı Oluşturuyor
Geçici Koalisyon Güçleri’nin başı olarak Bremer, yürürlükte bir anayasa ya da hükümet olmamasına rağmen, bir dizi kanun tasarısı hazırladı. Yeni kanunların sayısı 10O’dü ve Nisan 2004’te hayata geçirildi. Bütün olarak bu kanunlar, Irak ekonomisinin, ABD mandası altında; serbest piyasa şartlarında yeniden yapılandırılmasını konu ediyordu. Aynı 1990 sonrası Rusya ve eski Sovyetler Birliği‘ne dayattıkları ekonomiler gibi.
Bremer‘a, Rumsfeld ve Pentagon’daki planlayıcılar tarafından verilen emirlerde, devlet kontrolündeki Irak ekonomisini, “şok terapiyle” radikal bir açık pazar haline getirmek vardı. Bremer, 30 yılda Latin Amerika’nın borçlu ülkelerinde yapılan değişikliklerin daha ağırını bir ayda Irak’ta gerçekleştirdi”
Bremer’ın ilk işi, 500.000 kişilik bir işçi ordusu kurmak oldu. Bu ordunun çoğunluğu askerler, doktorlar, hemşireler, öğretmenler, yayıncılar ve matbaacılardan oluşuyordu. Ülkenin sınırlarını kısıtlamasız ithalata açtı. Hiçbir vergi, denetim, tarife, gümrük yoktu. İki hafta sonra Bağdat’a giderek Irak’ın “ticarete açık” olduğunu açıkladı. Ama kimin, neyin ticareti olduğu daha sonra ortaya çıkacaktı.
İşgalden önce petrole dayalı olmayan Irak ekonomisi, çimentodan kâğıda, çamaşır makinesine kadar her şeyi üreten 200 adet devlete ait şirkete bağlıydı.
Haziran 2003’te Bremer, bu şirketlerin derhal özelleştirileceğini açıkladı. “Devletin verimsiz işletmelerini, özel sektörün ellerine bırakmak, Irak ekonomisini düzlüğe çıkarmak için esastır” demişti. Irak özelleştirme plânı, Sovyetlerin dağılmasından sonraki en büyük devlet tasfiyesiydi.
Iraklılar: GDO Tohum Devlerinin Tebası Oldu
Daha da ötesi bu kanunlarla Irak’taki en radikal dönüşüm olan ulusal gıda üretimi için de yol açıldı. Bremer’ın emrindeki Irak, yeni bir GDO modeli olmak üzereydi. Yalın bir anlatımla, bitki türleri patenti sahipleri (daha çok çokuluslu büyük şirketler), Irak’ta kendi tohumlarının kullanımıyla ilgili mutlak haklara sahip oluyorlardı.
Koruma altındaki bitki türleri, aslında GDO’lu bitkilerdi. Bu bitkileri ekmek isteyen çiftçiler, teknoloji ücreti ve patentli tohumlar için yıllık lisans parası ödemeyi kabul ettiklerine dair anlaşma imzalıyorlardı. Bu tohumlardan bir kısmını bir dahaki hasat yıllarında kullanmak için saklayan çiftçiler, şirket tarafından ağır cezalara çarptırılıyordu. ABD’de mahkeme tarafından bozulana kadar, “Monsanto” bir çuval tohum bedelinin, 120 katına kadar ceza ücreti talep ediyordu. Iraklı çiftçiler artık Saddam‘ın değil, çok uluslu GD tohum devlerinin tebaası haline gelmişlerdi.
Koruma altına alınan bitkiler, 10.000 yıldır Irak topraklarında yetiştirilenler değildi. Bu koruma çok uluslu şirketlerin, kendi tohum ve ilaçlarının Irak piyasasına hem ABD hem hükümet desteğiyle girebilmesi için gelmişti.
“Irak Tohum Hazinesi” Yok Edildi
Irak, tarihsel olarak medeniyetin beşiği olan Mezopotamya‘nın bir parçasıydı. Dicle ve Fırat nehirlerinin ortasında, verimli topraklara sahipti. Çiftçiler, tahminen MÖ 8000 yılından beri bu topraklarda tarım yapıyordu. Günümüzde kullanılan her tür buğdayın tohumlarını da onlar geliştirmişlerdi. Bunu da, bir miktar tohumu saklayıp tekrar ekerek, “doğal dirençli kırma türler” yetiştirerek başarıyorlardı.
Iraklılar, bu kıymetli tohumları, sonradan ABD’lilerin yaptıkları işkencelerle adı duyulan Abu Ghraib şehrindeki bir tohum bankasında saklıyorlardı. İşgal sırasında çeşitli bombalamalara maruz kalan bu tarihi ve paha biçilmez tohum bankası yok oldu.
Bununla beraber eski Irak Tarım Bakanlığı, bu tohumların yedeklenmesi için Suriye‘ye örnekler göndermişti. Bu önemli tohumlar halen Suriye’nin Halep şehrinde, Kuru Bölgeler için Tarım Araştırmaları Merkezi’nde (İCARDA) saklanmaktadır. Abu Ghraib tohum bankasının yok olmasıyla birlikte, Uluslararası Tarım Araştırmaları Danışmanlık Gurubu’nun (CGIAR) bir parçası olan İCARDA, Iraklı çiftçilere yardım etmek için ellerindeki tohumları gönderebilirdi. Ama yapmadı. Bremer’in danışmanlarının Irak yiyeceğinin geleceği hakkında başka plânlan vardı.
Bremer’ın 81. Kanunu uyarınca, büyük ulus ötesi bir şirket, belirli bir Irak böceğine dayanıklı bir tohum geliştirirse ve Iraklı bir çiftçi de, aynı şeyi yapan bir bitki yetiştirirse, tohumları saklaması yasadışıydı. Bunun yerine Monsanto’ya telif hakkı ödemeye mecbur bırakılıyordu.
Artık Irak: Dev Şirketlerin Genetik Laboratuvarı
Kâğıt üzerinde, sadece bu tohumları kullanan çiftçiler, ABD’nin benimsetmeye çalıştığı bu patent kanunlarına uymak zorundaydı. Ama gerçekte Irak, gıda üretim ve geliştirme adına, Monsanto, DuPont ve Dow gibi şirketlerin elinde çok büyük bir genetik laboratuvarına dönüşmekteydi.
On yıldan fazla bir süre Iraklı çiftçiler, ABD-İngiltere önderliğinde tarım ekipmanları ambargosuna maruz bırakıldı. Ayrıca Irak şanssız olarak 3 yıllık bir kuraklık dönemi geçirmişti ve elindeki tahıl azalmıştı. Yıllar süren ambargo, kuraklık ve savaşın etkileri, Irak’taki tahıl stoklarını 1. Körfez Savaşı seviyesinin altına indirmişti. 2003’e kadar Irak halkı Birleşmiş Milletler’in petrol karşılığı verdiği yiyeceğe bağımlı yaşadı..
Artık ABD’nin benimsettiği patent kanunuyla, tohumda tekel oluşturabilecek bir düzen getirilmişti ve hiçbir Iraklı çiftçi bu alanda rekabet edecek kaynaklara sahip değildi.
GDO Cini: Lambadan Çıktı
1990’ların ortalarına doğru Dünya Ticaret Örgütü (WT0)ve Washington desteğiyle aynı gen devleri; Monsanto, Dow, DuPont, Syngenta ve birkaç küçük şirket daha patentlenmiş tohumları dünya pazarına saldı.
1996’da Monsanto, Amerika’dan soya fasulyesi dolu bir taşımayı Avrupa’ya gönderdi. Bu taşımalık etiketlenmemişti ve AB müfettişleri çok sonraları bu taşımalıktaki soya fasulyelerinin Monsanto‘nun Arjantin’de yaydığı genetiği değiştirilmiş soya fasulyelerinden olduğunu fark ettiler. Böylece gıda zincirine etiketlenmeden girmiş oldular. AB buna, 1997’nin sonlarına doğru GD ürünlerinin alım satımına uyguladığı bir durdurmayla yanıt verdi.
2003’teki Irak savaşından sonra George W. Bush, GD tohum üretimini yüksek öncelikli gündem maddesi haline getirirken, Monsanto tarafından yönetilen tohum karteli patentli tohumları, müthiş bir hızla yaymış bulunmaktaydı. Bush’un esas hedefi, sıradaki diğer ana piyasaları GDO istilâsına açmak için GD tohumları alım satımı üzerindeki 1997 AB yasağını kaldırmaktı.
Gıda ve gıda harici ürünlere eklemlenmiş Bacillus thurigiensisin BT toksinleri dünyada son zamanlarda üretilen GD ürünlerinin %25’inde mevcuttur. Besin zincirinde farelere, kelebeklere ve zar kanatlılara zararlı olduğu saptandı. BT zehiri, yaklaşık 28.600 türden oluşan coleopetra altsınıfındaki haşerelere (böcekler, ekin kurtları ve styloplidler) karşı da diğer alt sınıflardan daha fazla tesir göstermektedir. BT bitkileri, zehirleri kökleriyle toprağa sızdırır ve bu yüzden toprak ekolojisine ve verimliliğine de büyük darbe vurmaktadır.
Amerikan Çiftçilerinin: Monsanto Köleliği
Bağımsız tohum bayileri, Monsanto, DuPont, Dow, Syngenta, Cargill ve diğer büyük tarım işletme firmaları tarafından bir bir yutulurken çiftçiler, gittikçe Monsanto ve diğer GDO tohum bayilerine daha çok bağımlı hale getiriliyordu. Amerikan çiftçileri, bu yeni tarz toprağa bağlı köleliğe ilk maruz kalanlardandı.
2001 yılında Amerikan Yargıtay kararnamesine göre; Monsanto gibi GDO firmaları Amerikan çiftçilerini “tohum kölesi” olmaya zorlayabilirdi. Monsanto, ücretlerini ödemeyenleri, duruşmalarda çok ağır yasal tazminatlarla cezalandırıyordu. Monsanto ve diğer GDO tohum şirketleri, çiftçilerin her yıl yeni tohumlar için ödemede bulunmasını talep ettiler. Çiftçilerin bir önceki yılın tohumlarını tekrar kullanmaları yasaklandı.
Rockefeller Vakfı Başkanı Gordon Convvay yayınladığı kamu açıklamasında, ikinci bir Yeşil Devrimi “Gen Devrimi” olarak tanımladı. Convvay, “2020 yılında dünyanın beslenmesi gereken 2 milyar boğaza daha sahip olacağını göz önünde bulundurarak” “nüfus artışına ayak uydurabilmek için, önümüzdeki 30 yıl boyunca gıda üretiminin geliştirilmesinde” GDO mahsullerinin gerekli olduğu konusunda ısrarcıydı..
Afrika’nın Sahte “Harika Patates”i
Finansal olarak Monsanto ve Dünya Bankası tarafından desteklenen Afrika’daki Kenya Zirai Araştırmalar Enstitüsü’nden(KARİ) Dr. Florence Wambugu, Monsanto‘nun GDO tatlı patateslerinin, Afrika’daki açlık sorununu çözdüğünü öne süren demeçler vermek üzere Monsanto ve USAID tarafından görevlendirildi.
Buradaki tek sorun bu “yeniden şekillendirme” projesinin feci bir hata oluşuydu. GDO tatlı patatesi, virüs saldırılarına karşı duyarlıydı. GDO hasadı, yerel tatlı patatesten çok daha azdı. Wambugu’nun beklediği gibi %250 daha fazla değildi. KARİ ve tüzel destekçileri sahtecilik yapmaya çalıştılar fakat Sussex Üniversitesi Kalkınma Çalışmaları Enstitüsü’nden Dr Aaron deGrassi, Wambugu ve Monsanto‘nun kendilerini haklı göstermek için kullandıkları istatistiksel hileleri açığa çıkardı.
1990’ların sonunda bir Amerikan biyo-teknoloji hisse senedi borsasının baş döndüren ortamında ve GDO üretiminin yaygınlaşmasının önündeki engeller bir bir düşerken; Monsanto, Syngenta ve önde gelen tohum devleri, bütün dünyaya tohum tedariki projeleriyle neredeyse raydan çıkmak üzereydiler. 1999’da aşırı hevesli şirket tarımcılığı, devlerini kendi yöntemlerinden kurtarmak için koruyucu azizleri Rockefeller Vakfı‘nın alışılmadık tarzda bir müdahalede bulunması gerekti.
Genetik Tohum Devleri: Sarhoş Olmuşlardı
Genetik tohum devleri, Dünya Ticaret Örgütü’nün gücü ve Beyaz Saray’ın tam himayesiyle, 1980’lerin sonlarında dünya gıda tedariğinin tamamını ele geçirme olasılığıyla sarhoş olmuşlardı. Üreme olasılığı olmayan tohumları, satmalarına olanak tanıyan bir teknoloji üzerinde hararetle çalışıyorlardı. Tohum şirketleri bu teknolojiye GURT (Genetik Kullanımı Kısıtlama Teknolojileri) dediler..
David King: “Çiftçiler Dev Küresel Şirketlerin Bağımlısı”
Kısır tohumlardan kopan yaygara dünya basınındaki manşetlerden kaybolmaya başlayınca büyük tohum şirketleri, ABD Hükümeti’yle birlikte GDO tohumları, dünya nüfusunun boğazına tıkamak için özellikle üçüncü dünya ülkelerinde gittikçe zorlayıcı taktikler uygulamaya başladılar. Genetik tohum şirketlerinin kullandığı “GDO Kurtuluş İncili”ni yaymada ikna teknikleri arasında; rüşvet, baskı ve GDO tohumların yasadışı yollardan bir bir ülkelere sokulması gibi yöntemler vardı.
2003’ün başlarında Hindistan hükümeti, 1000 ton genetiği değiştirilmiş soya- mısır karışımının ülkeye ithalini durdurdu. Bunun nedeni ise, genetiği değiştirilmiş gıdaların, insan sağlığına zararlı olabileceği ve bu gıdaların henüz yeterli derecede test edilmemiş olmasıydı. ABD gıda yardımı örgütleri, CARE ve Katolik Yardım Hizmetleri aracılığıyla yapılan ithalat bu nedenle onaylanmadı. USAID(ABD Uluslararası Yayılma Ajansı), bu önemsiz gerçeği yoksaydı ve baskı yaptı.
İngiltere Başbakanı Bilim Danışmanı Profesör David King, ABD’nin Afrika’ya GDO teknolojisini zorlamasını kınadı ve bunu “büyük çaplı bir insan deneyi” olarak değerlendirdi. İngiliz yardım kuruluşu, ActionAid (Yardım Hareketi), ABD’nin bu faaliyetini eleştirerek şunları söyledi:
“Çiftçiler, kısır bir döngü içine sıkışacak ve giderek patentli tohumlar için bir avuç dev küresel şirkete bağımlı hale gelecek.”
GDO’lu Tohumları Yeryüzüne Yaymak!
Monsanto, Dow, DuPont ve onları destekleyen Washington Hükümeti’nin belirgin stratejisi, GDO tohumları yeryüzünün her köşesine yaymaktı. Bunu yaparken de, önceliği savunmasız, ağır borç yükü altındaki Afrika ve diğer gelişmekte olan ülkelere, ya da Polonya ve Ukrayna gibi hükümet denetimlerinin az, yolsuzlukların yüksek olduğu ülkelere verdiler.
Bir kez ekildikten sonra tohumlar, tüm bölgeye yayılacaktı, ileriki bir tarihte, küresel GDO tohum şirketleri, Dünya Ticaret Örgütü yaptırımlarıyla tehdit ederek gezegenin gelişen bölgelerindeki tohum tedariğine hâkim konumda olacaklar ve dilerlerse yaşamak için gerekli olan tohum tedariğini kesebileceklerdi. İstihbarat terminolojisinde böylesi bir kapasite “stratejik kırmızı güç” olarak bilinir. Olası bir düşman ya da rakip, kaynağı kontrol eden kişilerin siyasi isteklerine boyun eğmedikleri sürece stratejik bir kaynaktan mahrum bırakılabilir.